Oxford Üniversitesi’nin (ANTHROPOLOGY & MIND) bölümü, on iki aylıkla altı yaş arasındaki çocuklar üzerinde on yıl süren bir araştırmanın sonuçlarını 2008 yılında TELEGRAPH’ta yayınlıyor, ayrıca BBC de raporu yayın programına alıyor. Başta Cambridge’e bağlı Faraday Enstitüsü olmak üzere birçok akademik kuruluş ve kurumda bu sonuçları bahse konu ediyor, hakkında birçok konferans veriliyor.
Araştırmanın sonucu özetle şöyle: Bu çocuklar, ana babaları ve okulda öğretmenleri Allah’tan söz etmemiş olsalar bile Allah’ın varlığına iman ile doğmuş oluyor ve onu muhafaza ediyorlar. Bu yaş içinde çocuklar, insanlardan uzak bir adaya bırakılsalar ve orada büyüseler bile Allah’ın varlığına inanıyorlar.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.) bu gerçeği şöyle bildirmişlerdi:
“Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra ana babası onu Yahudi, Hristiyan, Mecusi… yaparlar”.
Fıtrat nedir sorusuna ulemâ şu cevabı vermişlerdir: Ezelde Mevlâ, bütün insanların zerreler halindeki asıllarına şuur vererek “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye soruyor, onlar da “Evet, Rabbimizsin” cevabını veriyorlar. İşte insanlar bu cevabın tabii sonucu olarak Allah’a imana müsait, şirke ve bâtıl inançlara uzak bir ruh hali içinde doğuyorlar.
Çocukların ve gençlerin itikad ve ahlak yönünden bozulduklarını söyleyerek şikayette bulunan büyüklerin yanağına bu hadis, zorlu bir şamar olarak iniyor ve diyor ki: Çocuklara ve gençlere bahane bulmayın, onlara yüklenmeyin, biz ne yaptık, nerede hata ettik diyerek dizlerinizi dövün!
“Dindar ailelerin asi çocukları” bakımından bunu söylemiş oldum. Eğer bu aileler doğumdan itibaren (doğumdan öncesi de var ya, bu başka bir bahse kalsın) evet, doğumdan itibaren gerekli tedbirleri aldılar ve dünyadaki nasip ve vazifeyi ihmal etmemekle beraber Allah’ı ve ebedî mutluluğu öncelediler, buna rağmen şeytanın araçları galip geldi ise onları suçlayamam, ama şunu derim: Öyle davranın ki, daha kötü olmasınlar!
Şimdi âsî (İslâmî hayatı olmayan veya eksik olan) ailelerin yabancılaşmış çocuklarına/gençlerine gelelim.
Bunlar, hadiste işaret edilen saptırıcı eğitim çevresinin çocuklarıdır.
Peki biz bu saptırıcı eğitim çevrelerini (öylesine ana babalar, okullar, medya, akıllı elektronik aletler, online oyunlar, sinema, tiyatro, kitaplar…) ortadan kaldırabilir miyiz?
Hayır, kaldıramayız.
Çocuklarımızı bunların tamamından sıfıra kadar uzak tutabilir miyiz?
Hayır, tutamayız.
Dindar aileler sınırlama, kontrol, birlikte görüp, okuyup değerlendirerek zararını engelleme gibi tedbirlere başvurabilirler.
Din, ahlak, öz değerler, kültürümüz, medeniyetimiz diye bir dertleri olmayan, zamanın rüzgârına kapılıp gitmekte olan ailelerin çocuklarına/gençlerine nasıl ulaşacağız?
Bu gençler, bizim okullarımızda, camilerde, tekkelerde, medreselerde, eğitim faaliyet alanlarımızda yoklar ve bunlar milyonlarca genç; bunlara nasıl ulaşacağız?
Bunlar başka bir milletin çocukları değil, Hz. Nuh’un, gemiye gelmeyen çocuğu gibi ama bizim çocuklarımız!
Bu azim sorunu cevabına tek başıma benim gücüm yetmez. Bu azim problemi devlet, hükümetler, eğitimciler ve mütefekkirler, sivil toplum, millet ve memleket sevgisi sebebiyle dertli gönüller birlikte ele alıp çözmeye çalışmalıdır.
Hayrettin karaman