Mültecinin Onuru Ev Sahibi Ülkenin Onurudur


 

Vatandaşlık tek vatanın evlatları arasında dayanışmayı gerektirir. Bu ilişki, onların diğer ülkeler ile o ülkelerin vatandaşlarından ayırır. Ülkelerinde kendilerine has bir kanunla yükümlüdürler. Kendi seçtikleri bir yönetime, kamusal işlerini düzenlemesi için tabi olurlar. Devlete kendi gelirlerinden vergi öderler. Böylece devlet sektörlerini desteklerler. Buna karşılık kamusal hizmet alırlar. Sonrasında ise sosyal adaleti temin edecek şekilde kaynaklar kendilerine geri dağıtılır.

Bu vatan sistemi, beraberinde bir halk ve vatana ait olma hissini getirir. Bu vatanda vatandaş, vatanı için kendisini feda etmeyi göze alır. Amacı ise kamu yararını sağlamak ve sürdürülebilir istikrar ile kalkınmayı temin etmektir. Vatandaşlık, örgütlü ve teşkilatlı birlikte yaşamanın bir türüdür. Vatandaşlar birlikte güçlü bir bağ, dayanışma ve hususiyet hissine sahip olur.

Genel olarak devletler, bir vatanın evlatlarını kapsayacak kimlik anlatıları geliştirirler. Bu milli, etnik ve dini bir ideoloji çatısı altında olabilir. Amaç ise toplumsal bağlılığı ve vatan birliğini sağlamaktır. Bizler biliyoruz ki bu milli kimlik anlatıları çoğunlukla hayal ürünüdür. İstikrar, güvenlik veya ekonomik kalkınma, hükümetin zaafı, milli oluşumların arasındaki çatışma, yöneticilerin yolsuzluğu gibi iç sebeplerden ya da bölgesel çatışmalar veya küresel ekonomik krizler gibi dış sebeplerden dolayı sekteye uğradığında, bazı politikacılar milli kimliği daha güçlendirecek yeni anlatılar geliştirirler. Halkın milli olmayan diğer kimliklere yönelmesini engellemek, gözlerini içerideki yapısal, ekonomik, siyasi ya da teorik sorunlardan uzaklaştırmak isterler. Böylece halkı başka bir tehlike kaynağı ve ortak bir düşmana yönlendirirler. Bu düşman bir insan grubu, düşman bir devlet ya da bu bağlamda ırkçı duyguların kabarması olabilir. Ki bu da genelde popülist politikaların bir ürünüdür. Vatandaşlar ve kamuoyu bu sayede siyasi gerçekliğe ve düzeltilmesi gereken politikalara dair tarafsız tartışmalardan uzaklaştırılmış olur. Sonuç olarak hedef kitleye yönelik düşmanca düşünce ve uygulamalara itilmek zorunda kalır.

Son dönemde Avrupa Devletleri de ABD gibi böylesi bir siyasal söyleme tanıklık etmektedir. Bu ülkelerde mültecilere karşı ırkçı duygular artmakta, bu mesele artık AB ülkeleri arasında başlıca bir anlaşmazlık, siyasi söylem ve seçim kampanyalarının temel konusu haline gelmektedir. Bu ülkelerin bazıların iktidara, mülteci meselesine katı hatta düşmanca bir tutumla yaklaşan isimler gelmiştir. ABD de aynı ikilemle karşı karşıyadır. Zira kamuoyu, ülkenin güneyinde mültecilere gösterilen kötü muamele nedeniyle şaşkına dönmüş durumdadır. Öte yandan ABD Başkanı Trump, tüm sınır boyunca bir ayrım duvarı inşa edilmesi ve Meksika ile Güney Amerika ülkelerinden gelen mültecilerin caydırılması konusunda ısrarcıdır.

Lübnan’da Suriye ve Filistinli yaklaşık bir buçuk milyon mülteci bulunmaktadır. Lübnan’ın kendi nüfusu ise ortalama dört buçuk milyon civarındadır. Buna göre ülkenin dörtte  biri mültecilerden oluşmaktadır ki bu da dünyadaki en büyük mülteci oranıdır. Lübnan hükümeti 1951 tarihli mültecilere ilişkin sözleşme ve protokollerine imza atmamıştır. Bu da söz konusu mültecilerin konumunu daha karmaşık hale getirmekte ve uluslararası heyetlere, özellikle BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne büyük rol bırakmaktadır. Bu kişilerin işlerinin idare edilmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, canları, onurları ve haklarının korunması gerekmektedir. Sonunda ya anavatanlarına dönecekler, ya yeni bir ev sahibi ülkeye göç edecekler, ev sahibi ülkede geçici veya kalıcı olarak yerleşeceklerdir.

Geçtiğimiz dönemde bazı Lübnanlı politikacılar, mülteciler ve özellikle de Suriyeliler konusunda olumsuz tavırlar göstermeye başladılar. Bu tür söylemler “Yüzyılın Anlaşması” olarak anılan anlaşma nedeniyle Filistinli mültecilere yönelik de artmaya başladı. Zira anlaşmada Filistinlilerin konuk olarak kaldıkları ülkenin vatandaşı haline gelmeleri öngörülüyor. Bu söylemler bazıları nezdinde ırkçılığı “yüceltme” noktasına vardı ki onlara göre bu tutum, mültecilerin vatanlarına yerleşmesi tehlikesiyle mücadele noktasında milli bir tavır arz ediyor. Bir takım vatandaşlar da mültecilere yönelik kötü muamele veya şiddetin, tehlikeli bir ahlaki ve siyasi çöküş olduğu görüşünde.

Vatandaşlar arasındaki dayanışma, vatanın istikrar ve kalkınması için gerekliyse, siyasal yönetimlerin vatanın çıkarlarını korumaları ve yaşanan krizlerle mücadele etmeleri gerekmekteyse bile, bunu yaparken insan hakları hiçe sayılamaz. İnsan hakları, var oluşun ayrılmaz bir parçası ve prensibidir. İnsan hakları herhangi bir vatanda çöküntüye uğradığı, yönetimler ya da vatandaşlar artık insan haklarına saygı duymadığı takdirde, yönetimlerin kendi halklarına zorbaca davranmalarının önü açılmış olur. Böylece vatandaşlar kendi aralarında dahi düşmanlık duyguları geliştirmeye başlarlar.

Hangi ülkeye olursa olsun iltica – özellikle de çok sayıda kişinin ilticası – o ülkenin istikrarı açısından bir zorluk kaynağıdır. Ancak aynı zamanda yönetimler ve vatandaşlara yönelik, dayanışma ağını kuvvetlendirme, uluslararası toplumla ortak insani sorumluluğunu taşıma çağrısıdır. Zira insan onuru ve hakları vazgeçilmez bir olgudur. Mültecinin onuru ise, aynı zamanda ev sahibi ülkenin onurudur.

 
 

Fadi Davu

Lübnanlı Gazeteci-Yazar

 

Whatsapp