Üç Fidan Ormana Dönüştü


Kokunun insanın ruhsal ve zihinsel durumu üzerinde büyülü bir etkisi vardır. Aynı zamanda hafızanın anahtarıdır. Belirli bir koku kokladığınızda, onunla ilgili anıları hatırlar,   halden hale girersiniz.   

Çam kokusu,  en sevdiğim kokudur. Güzel işlenmiş bir odun parçası gördüğümde, sahibine çam ağacından geldiğini deyince, şaşırdığını ve bana nasıl bildiğimi sorduğunda, ona "en güzel ahşap sanatı çam ağacından çıkar " derim. En güzel parfüm, Çam kokusu.  Endişeyi ortadan kaldırır. Uyuşturucu gibi kişiyi sakinleştirir ama o anestezi değil. Bu yüzden Pino Silverster parfümüne hayranım. Sizi sabahleyin çam ormanlarına götürür. Kuru ot kokusunun çam çiçeği ve çam sakızı ile harmanlanması yaralı ruhlara bir merhem olur.

Ofisin kapısına vardığım an pino silverster parfümü esti. Durdum, o kokuyu aspiratör makinesi gibi içerime çektim. Ofise girdiğimiz an, güzel kokusunun içimden çıkmamamsı için nefesimi tuttum.

Aydın Abdulhalim Bey hoş ve heybetli yüzüyle bizi karşıladı. Oturduk. Konuşmasını dinlemeye başladık. Sözleri sanki sihirli bir halı gibi ruhlarımızı, hayal ettiğimiz bir dünyaya götürüyordu. Bir cennete.  Ne şikâyet ne de bezginlik var. Çam ağacı gibiydi, altında gölgelenip, meyvesinden besliyoruz.

Benimle evlenmesini teklif edeceğim. Aydın Abdulhalim Bey 70 yaşında, ruhunun özgürlüğü için yıllardır vücudunu zindana bağışladı. Bu da büyüklerin işidir. Onunla evleneceğim. Onun, hem kızı, hem kadını, hem de annesi olacağım. 30 yıl boyunca özgürlükten kaybettiği şeyleri telafi edeceğim. Yalnız Aydın Abdulhalim Bey teklifimi kabul eder mi?  Zannetmiyorum. Aydınlar ağaç gibidir. Bilgi, bilinç, hikmet arayanlara meyvelerini bağışlar, havayı yumuşattır ve çevreyi temizler.  

Kız kardeşim Hasna,  ikamet ettiği memleketten bize ihtiyaçlarımızı gönderiyor. Benden istediği tek şey anneme göz kulak olmam ve mastarımı tamamlayıp bir işe başlamam. Benimde bir kalbimin olduğunu ve onunda ilgilenmeye muhtaç olduğunu unutuyor. Bu gece anneme diyeceğim, kız kardeşim Hasna ne derse desin,   erkek kardeşime elbette ulaşacak bir yol bulacağım. 

Kız kardeşimin tepkisini tahmin ediyorum.  Bana diyecek ki: “o senin büyük babanın yaşındadır.” Ama o öyle değil. O benim babamın yaşında.  Önemli olan, ben onu seviyorum. Fikirleri, sözleri, bana güç veriyor. Benim hayat ağacının dallarına tutunmamı sağlıyor. O,  çocukken mahrum kaldığım babamı hatırlatıyor, ama şimdi ben çocuk değilim, 30'a varmışım.

Savaş; yaşları birbirine yaklaştırır. Yirmi yaşlarında bir genci kırk yaşındaki bir adamdan ayıramazsın.  Otuz yaşında bir kadını elli yaşındaki bir kadından ayıramazsın. O henüz dik, güçlü, sanki 50’li yaşlarında 70 değil.

Arkadaşlarım dehşet içinde kalacaklar. Biliyorum ki, arkadaşım İsam beni beğeniyor, ama o gençtir, henüz tecrübesi yok ve ne istediğini bilmiyor. Arkadaşım Nidal’in ise gözü Elif’te. Onlar evlenecekler. Birbirleriyle anlaşmışlar,  Avrupa'ya gidecekler. Küfür ettiğimiz Avrupa’ya. Çünkü o sessiz kaldı, o deli adamla ortak oldu, o deli adam, despot, sadece koltukta kalsın diye bizim ülkemizi yakan ve yabancılara satandır. 

Konuşması bittiği an sanki derin bir kuyunun içine düşüyormuş gibi uyandım.

Bize dış kapıya kadar eşlik etti. Sonra kapıyı arkamızdan kapattı.  Binanın merdivenlerinden indiğimiz zaman, sanki bir maceradan döndükten sonra indiğimizi hissettim.

Grubumuzdan ayrıldığımız zaman, Elif beni sarstı; “Ah Suat, yüzün sanki bir ekran gibi bir tutku tablosunu gösteriyor.”

Elif;  tutku tabirini seviyor, diyor ki: “sevgi ilk gökyüzünün kapısıdır, ama tutku ikinci gökyüzün kapısıdır. Bu da en zor kapıdır.   Çünkü bu kapıyı açtıktan sonra tüm gökleri açacaksın ya da orada muallâkta kalacaksın, Çünkü çıkış var dönüş yok.”

Kendi kendime sordum: “acaba ben onu seviyor muyum, yoksa ben ona tutkulu muyum? Nafile ki Elif ´i ikna edip, o adamın sözleri ve manaları beni esir ediyor.

“Sen delisin” diyerek Elif gülümsüyor,  bizden ayrılıp 10 dakika mesafe uzaklıktaki evine gidiyor.

Kiralık evimiz, iki odadan oluşuyor, bir odayı Annem işgal ediyor,  sürekli üç erkek kardeşlerime dua ediyor. Erkek kardeşlerim bizim Halep'teki büyük evimizi müdafaa ediyorlar. O güzel şehirden, bizi zorla uzaklaştırıp, Türkiye’nin bu küçük güzel şehrine zorlu bir yolculuktan sonra sığınacağımız hiçbir zaman aklımıza gelmemişti.

Kuşkusuz Annem, ikinci gökyüzünü aşmıştır. İki yıl önce bir rüya görmüştü.  Büyük kardeşim Muhammet’in babamızın kabrini suladığını görmüştü. İkinci kardeşim Hişam,  bir gün sonra, bizi aradı, Muhammet’in şehit olduğunu ve babamızın yanına gömdüklerini söyledi. 

Yine de bir yıl önce, annem küçük kardeşim Velid'i rüyasında görmüştü.  Bizim evin kilerinde kendisini çeken örümceklerle savaşıyordu. Ertesi sabah onun da şehadete eriştiğinin haberi geldi.

İkinci erkek kardeşim olan Hişam ise oradaki evimizi terk etmeyi reddetti. Üç aydır ondan haber almıyoruz, Annem ona hep dua ediyor.

Eve girdiğimde çam parfümünün kukusunu aldım sanki. Annem çok mutluydu. Sanki yaşadığımız şu an bir Ocak gecesi gibi değil, bir Temmuz gecesi gibi, gece aydınlık içinde olan ay gibiydi. Arayan numarayı merak etmeden, arayanın ismini bilmekte istemiyordum. 

Annemin üzerine koştum. Öpmek istedim. Biliyorum ki, o öpücüklerden hoşlanmıyor. Gülümsedi.  Tekrar kendisini öpmeme izin verdi. “Anne sana bir şey söyleyeceğim” onun kulağına fısıldadım. Beni susturdu.  “Asıl ben sana güzel bir şey söyleyeceğim.” 

Endişelendim. Eski bir korku kalbime sezdi.  Gözümle etrafımı taradım. Hişam mı gelmiştir acaba?   Tıpkı bir yıl önce Ramazan ayını ve Bayramı bizimle geçirdiği gibi.  “O geldi mi?” diye sordum.

Başını salladı “Hayır Suat’ım ” dedi. “Uykum da babanızın mezarına üç fidan diktim ve bu fidanların ormana döndüğünü gördüm” diye ekledi.

Sustum. Annem üç fidanı hazırlamak için yardım etmemi istedi.   Çam Fidanları sanki bir su bardağında bana bakıyordu. “Fidanları nereden buldun?” diye sordum.  Cevap vermedi. Odasına girmeden önce de “ Suat .. iyi akşamlar, bugün çok geç kaldın, seninle akşam yemeğini paylaşmayacağım, yarın Hişam gelecek beni de babanızın yanına götürecek” dedi.

Cep Telefonum çaldı. Çalan ses, kız kardeşimden bir elektronik mesaj geldiğinin sesiydi. Mesajı umursamadım. Aniden elektrik gitti. Evi karanlık sardı. Cep telefonun ışığına koştum. Sanki bir şeylerin büyüdüğünün sesini işittim. Cep telefonunun fenerini odanın duvarlarına, kapısına ve masaya yansıttım. Baktım ki o üç fidan acayip bir şekilde büyüyordu. Çam Fidanların dalları hızlıca uzuyordu. Sanki bir orman ortasında kaybolan bir çocuk gibiydim. Ormanlar geceleri çok korkunç ve ıssız olur.

Alaaddin Hüsso

 
Whatsapp