Suriyeliler bir gün olsun vatan hayallerini düşlememiştir. Bu vatanın tohumu üzerine geçmişlerin hüznü çökmüş, çocukları ise kahkahalar atmıştır. Bu vatanı, ruhundaki endişe sulamış, evlatları ona öfke duymuş, güven ve huzur ise onu beslemiştir. Adı, nereye ait olduğuyla iftihar eden bir dövme gibi alnına yerleşmiş, bir bulut gibi üzerine düşmüştür; hayatı iyileştiren, neşeli bir kalptir o.
Acı ve ironik olan, Suriyelilerin ülkelerindeyken bir vatanı düşlüyor olmalarıdır. Halbuki hayallerinin nesnesinde bulunmaktadırlar. O hayal onları sarmakta ve beraberlerinde bulunmaktadır. Sabahları bir krizle adını sayıklamaktadırlar. Tükenmiş diline kazınmış bir iz gibidir. Trajik soruların kaosu ve çelişkileriyle sarsılan zihninde de yer etmiştir o.
Bir vatan isteyip ona arzu duyarken, bu vatanın yalnızca hayal dünyanızda olması mümkün müdür? Tüm kadınsılığı ve cazibesiyle karşınızda durarak, mumları ve güzel kokuları yakarken, onun varlığından haberdar olmamanız mümkün olabilir mi? O kadın zaten var iken, onun gelişi için ellerini kaldırıp dua etmek olacak şey midir?
Suriyelilerin özlemi, bir özleme benzememektedir. O, unutulmuş bir arşivde yitik kendisini arayan kişi gibidir. Ya da yazarı ölmüş öykülerin enkazında adını yeniden kazanmaya çalışan bir kişi. Bu, bulamayacağı ve bilemeyeceği bir arayıştır. Ancak aradığı şeyin izlerini çevresindekilerin gözlerinde görür. Sesini avcıların, pamuk ve zeytin toplayıcıların şarkılarında duyar.
Kimse ne hakikati öldürebilir, ne de hayalleri çalabilir. Kimse babası veya dedesinin sahip olmadığı bir şeyi miras bırakamaz. Ancak azmanlar ve yarasalar, keskin pençeleri ve zehirli dişleriyle sıradan insanların gözlerini kanatmayı başardılar. Akıllarının aynasına yasaklı bir haritanın kararmış bir imgesini yerleştirdiler. Suriye’nin ebedi şeceresini sonsuza dek kirlettiler. Adını da vahşi ve kimliği, soyu belirsiz, hiçbir zaman vatana ve halkına, hatta hiçbir değer, ilke ve insani niteliğe ait olmamış bir ailenin malı haline getirdiler.
Suriyelilerin kendi vatanlarında yaşadıkları gurbet, vatanını gasp eden, kaynaklarını çalan ve halkını öldürenler sebebiyledir. İşgal altındaki Suriye’de yöneticiler eliyle kölelik, kimlik için bir ön şart haline getirilmiştir. Burada insan çok fonksiyonlu bir gübre konumunda görülür. Yahut kaynaşmayı ya da gelişmeyi kabul eden bir tek hücreli klon gibidir. İşte bu, sonunda başarısızlığa uğrayacak olan işgalcinin istediğidir. Ancak buradaki başarısızlık, diğer taraftaki tam bir zafer anlamına gelmez. Zorbaların iradesi, hasımlarını evcilleştirme ya da uzaklaştırmak yerine, onları öldürmek şeklinde işlemektedir. Evcilleştirme becerisine sahip olmayan ve renkten renge girme mahareti insanlığının önüne geçen kimileri, yıkım makinesinin yakıtına dönüşecektir. Sonuçta kurbanlar halk ve vatan olacaktır. Kurban olan insan, yangından kaçmaya ve dağınık resminin parçalarını birleştirerek, hakkını ve hakikatini geri almaya çalışacaktır.
Ne kadar da kahır çektin ey Suriyeli! Kendi giyotinini kucakladın ve var olmak, hayalini sürdürmek için ısrarcı oldun. Halbuki dünya senin yaşadığın trajedileri görmezden geldi. Senin çığlıklarını duymaz oldu. Ölmeni istiyorlar, sen ise hayatın peşindesin. Hem kendin hem de kansız bir gömlek giymeyi başaranlar için.
Ne sefalet çektin ey aşık! Sen, seni fark etmeyen bir aşkın peşindesin. Nefret ve öfke dalgaları seni ve aklını sarıyor. Ancak aşk hiçbir işaret ve randevu vermeden gelmeni bekliyor. Kimseye düşmanı olmayan bir oluş o. Hiçbir kavga veya savaşın da tarafı değil.
Ey ölümden ve soykırımın her türlüsünden kaçan, güçlü ruha sahip Suriyeli! Sen kabarık göğsünde kendi gün doğumunu saklıyorsun. Gecenin öte yanına geçiyorsun işte. Işığın kendi kalbinde, barış ve aşk yurdunu arayanların katarlarının son virajında bir kucak dolusu muhabbet bekliyor seni. O çatısı ve duvarı olmayan şehirde.