Libya ve Mısır’ın “favori” diktatörlerinden beklenen


Türkiye’nin Libya ile geçtiğimiz hafta imzalamış olduğu “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşması öyle görünüyor ki, Barış Pınarı Operasyonu kadar uluslararası dengeleri altüst etmiş oldu. Türkiye ile Libya’nın İki Egemen ülke olarak imzalamış oldukları anlaşmaya gelen tepkilere bakıldığında, egemenlik konusunda birilerinin tezgah altında başka kabulleri olduğu anlaşılıyor.

Yunanistan’ın ne kendisinin ne de güvendiği güçlerin Türkiye’ye ne sözü ne de gücü yetiyor. O yüzden Türkiye’ye bağırıp çağırmakla kalabildi, ama Libya’ya karşı sergilediği tavır enteresan. Libya’nın Yunanistan Büyükelçisini sınır dışı kararı alarak ortaya koyduğu tepkiden Libya’ya farz edilmiş belli sınırların ihlal edilmiş olduğunu düşünüyor.

Oysa Libya hükümetinin bu anlaşmayla tamamen Libya halkının çıkarlarını düşünerek hareket etmiş olduğu apaçık. Yunanistan’ın bir Libya hükümetinden talep ettiği şeyinse Libya halkının çıkarlarından Yunanistan lehine feragat etmesi.

Kendi halkına zerre kadar sadakati olan hiçbir yöneticinin yapamayacağı şeyi Yunanistan’ın Libya’dan beklemesi için arada çok özel bir ilişki biçiminin olması gerekiyor ve bu ilişki belli ki meşru Trablus yönetimiyle kurulamıyor. Zaten darbeci eski general Hafter’in Libya’nın yöneticisi olarak görülmek istenmesinin sebebi böylece apaçık görünüyor. Onlar Libya’nın başında Libya halkının değil kendilerinin çıkarlarını gözetecek yöneticiler istiyor. Bu çıkarları Libya halkının ne kadar aleyhine olursa olsun.

Tıpkı Mısır’ın başında kendi Sisi’yi görmek istedikleri gibi. Zaten biliyorduk, ama Aljazeera Mısır’ın Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesinin 7 bin kilometrekaresinden Sisi’nin Yunanistan lehine feragat etmiş olduğuna dair belgeleri yayınladı. Sisi kendi halkı adına bu cömertliği hangi sebeplerle, hangi sadakat anlaşmasıyla yapabilmiş olabilir?

Dün Hayrettin Karaman hoca da yazdı: Yunanistan’ın ve diğer Avrupa ülkelerinin Mısır’ın başında Muhammed Mursi gibi kendi halkının oyuyla gelmiş ve halkına hesap verme zaruretini yönetiminin her gününde her saatinde hisseden gerçek bir Başkan yerine Sisi gibi bir darbeciyi görmek istemesinin sebebi tam da bu.

Olay bu kadar basittir. Mursi’nin Müslüman Kardeşler’den olmasıymış, Müslüman Kardeşlerin İslamcılığıymış, İslamcılığınsa terörle veya aşırılıkla ilgisiymiş, bunların hepsi hikaye. Bu hikaye Mısır ve Libya’nın kaynaklarının çalınmasında işe yarıyorsa uysa da uymasa da anlatılmaya devam edilecektir.

Aljazeera’nın yayınladığı belgelerde Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri’nin Akdeniz sınırının belirlenmesi konusunda Yunanistan ile yapılan müzakereler sırasındaki “anlaşmazlıklara” dair Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’ye bilgi notu yazdığını ve bu notta Sisi’yi Yunanistan tarafının görüşünde ısrar etmesi durumunda, münhasır ekonomik bölge sınırlarından Mısır’ın 7 bin kilometrekare kaybı olacağı konusunda açıkça uyarmış olduğu görülüyor.

Üstelik bizzat Sisi’nin atamış olduğu Dışişleri Bakanı olmasına rağmen Şükri Yunanistan’ın teklifinin reddedilmesi gerektiğini de söylemiş. Buna rağmen Sisi’nin Mısır’ın yöneticisi olmaktan ziyade Yunanistan’ın çıkarlarını düşünen biri gibi davranmış olduğu anlaşılıyor.

Böylece, Yunanistan’ın bu konudaki önerisinin kabul edilmesiyle birlikte“Mısır’ın karşısındaki Türkiye karasularının açıklarında yer alan bölgelerin de Yunanistan’a geçi de zımnen kabul edilmiş”.

Tabi kendi ülkesinin çıkarlarını hiçe sayan bu anlaşmanın geçerliliği Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmaya kadar. Türkiye bu anlaşmayla aslında kendi çıkarları kadar Libya’nın, ama işin garip kısmına bakın ki Mısır’ın da Sisi eliyle Yunanistan’a ve Rumlara peşkeş edilmiş çıkarlarını korumuş oluyor. Böylece Sisi’yi göz ardı ederek, Mısır’a da yaptığı bu vahim anlaşmayla kaybettiklerini telafi etme fırsatı sağlamış oluyor Türkiye. Garip ama gerçek.

Belki Sisi’nin kendisi değil ama Mısır halkı bu anlaşma dolayısıyla Türkiye’nin katkısını takdir etmektedir, etmelidir de.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz bütün bu tabloya rağmen hala Esad ve Sisi ile ilişkileri düzeltmenin zaruretinden bahsediyor. Neden acaba?Bunlarla ilişkileri düzeltip onlarla aynı anlaşma zeminine mi geçmiş olmalı Türkiye?

Bu isimlerin birilerinin favori diktatörleri olduğunu görmüyor muyuz? Kendilerine bahşedilmiş bu “favorilik” onlara kendi ülkelerinin kaynaklarını birileri adına peşkeş çekme görevi yüklemişken, bu isimlerle halledilecek nasıl bir sorun olabilir?

Türkiye şimdi doğrudan onlara “favori” rolü veya rütbesi bahşedenlerle muhatap oluyor ve hem kendi halkının hem de bu ülkelerin haklarının çıkarlarını bu diktatörlerden daha iyi temsil ediyor işte.

Biraz Yeni Türkiye’nin politikalarını takip edin, o öğrendiğini, sizi birilerinin nezdinde favorileştiren dış politika talimlerinizi bir kenara atmanız gerekecek, emin olun.

 

Yasin Aktay

 
 
Whatsapp