Muayenehanemde bana müracaat eden bir hasta, genel bir yorgunluk, uyuşukluk ve başka belirtilerden şikayet etmekteydi. Yapılan muayeneden sonra üst düzeyde bir diyabet sorunu olduğu anlaşıldı. Bir tedavi planı belirledim (rejim, hareket ve ilaçlar) ve hastayı tedaviyi ihmal ettiğinde hastalığın yol açabileceği tehlikeler konusunda uyardım ve kendisinden hastalığı kontrol altına almak ve şeker düzeyini normal seviyeye indirmek için birkaç gün benimle birlikte takipte kalmasını istedim. Hasta bana ilaç kullanmamayı düşündüğünü ve yalnızca rejim yapma ve hareket etmeyle yetinmek istediğini söyledi. Ona, “Şekerinin derecesi düşünüldüğünde sana, maceracı olmamanı öneririm. Çünkü şeker hayati organlarını tüketebilir” dedim. Yaklaşık bir sene sonra hasta bana şekeri aşırı derecede yükseldiğinden komaya girmiş halde ve başka komplikasyonlarla geldi… Gerekli tedbirler alındıktan ve hastanın bilinci yerine geldikten sonra hasta bana, muayenehanemden çıktıktan sonra ilaçları hiç kullanmadığını itiraf etti. Aynı sahne yüksek kreatinin seviyesine sahip olan ve böbrek yetmezliği yaşayan başka bir hastayla da tekrarlandı. Kendisine hemodiyaliz yapılması gerektiğini söyledim ancak hastaneye gitmeden çeşitli bitkilerle kendisini tedavi eden başka bir arkadaşını örnek göstererek reddetti!
Diyabet gibi inatçılığa, görmezden gelmeye ya da zamana bırakmaya gelmeyecek birçok hastalık bulunmaktadır. Çünkü kronik hastalıklar vücudun tüm hücrelerine nüfuz etme ve organlarının çoğunu etkileyerek bu organların birçok görevini işlevsiz hale getirme ve vücudu düzenlemek ve tüm bedenin selametini sağlayacak şekilde organların çalışmasını düzenleyecek ince koordinasyonu sağlamak yerine, kaosa sebep olma potansiyeline sahiptir.
İhmal etme politikası hastaya organlarının içerden kendisini yemesi, hücrelerinin çökmesi ve gücünün tükenerek tam bir koma haline girmesi için yeterli zamanı sağlayacaktır.
Diyabetiniz varsa bu umutsuzluğa, hayal kırıklığına ya da teslimiyet duygularına kapılmanız için sebep değildir. Hatta bunun tam aksidir. Diyabetiniz varsa bu, gücünüzü toplamanız, önlemlerinizi almanız, gündelik hayat şeklinizi yeniden düzenlemeniz ve bu hastalıkla mücadele etmek için daha fazla hareket ederek bedeninizi yerle bir etmesini önlemeniz gerektiği anlamına gelir.
Diyabetle mücadele etmek için öncelikle bir uzman görüşü almalı ve hastalığa karşı kapsamlı bir program belirlemeniz gerekir (rejim, hareket, ilaç, beslenme şekillerini değiştirme ve gündelik hayattaki bazı alışkanlıkları değiştirme gibi).
Vücuda nüfuz eden kronik bir hastalığa karşı olumsuz bir tavır takınmak ve hastalığı yenmek, vücudun organlarındaki yıkıcı etkisini önlemek için gerekli adımları atmadan kaza ve kadere boyun eğmek, kaçınılmaz olarak dengenin kaybedilmesine ve komaya girilmesine, belki de bedenin komadan çıkamamasına yol açacaktır.
Alışkanlıklarımızda ve yaşam şeklimizde bazı değişiklikler yapmak zorundayız. Zira bizler, hastalığa yakalanmadan önce hasta olduktan sonraki gibi değiliz. Bu nedenle bu hastalıkla, hastalığın doğmasına sebep olan davranışları sürdürerek mücadele edemeyiz. Çünkü geçmişteki alışkanlıklarımızı aynılarını sürdürmek, hastalığın vücudumuzda daha fazla yayılması ve bedenimizi tüketmesi için fırsat sunacaktır.
Tedaviyi ihmal edersek ve hastalık bedenimizde yerleşirse, vücudumuzun geri kalanını korumak için bir kısmından vazgeçmek zorunda kalabiliriz. Ancak bu durumda hayatımızın geri kalanını sakatlık ya da engellilik halinde sürdürürüz.
Bu tür hastalıklarla mücadelede mesele, yalnızca bakış açımız değildir. Bu bir varoluş meselesidir, yani bir hayat memat meselesi. Bu nedenle hastalığın doğasını, ilerleyişini ve komplikasyonlarını iyi bir şekilde anlamak ve hastalığı kontrol altına almak için kapsamlı bir plan ortaya koymak ve böylece bedenin tüm organlarını uyarı haline geçirerek bu planı desteklemek için tüm imkanlardan yararlanmamız gerekir.
Bu bir tıp makalesi mi? Burada diyabetten mi yoksa sömürgecilik, istibdat, dışlama, köleleştirme, geri kalma, cehalet, itaat ve kimlik kaybından mı bahsediyoruz? Yahut burada toplumsal ve düşünsel kaostan ve bunun iç çatışmalar üzerindeki etkisinden mi bahsediyoruz? Konumuz dinin cami ve zikir halkalarında ısıtılıp ısıtılıp tekrar soğutulması mı? Entelektüel istila ve kültürel yabancılaşmadan mı bahsediyoruz? Açık bir şekilde İran ve Rusya’nın ülkemizi sömürmesinden, Batı’nın da kararlarımızı ve kaynaklarımızı sömürmesinden mi bahsediyoruz? Yoksa Suriye devriminin siyasi ve askeri suretlerinden sahneler mi sunuyoruz? Siyasi malvarlığın etkisini mi ele alıyoruz? Yahut da devrimi malum olan tıkanıklık noktasına getiren stratejinin değişmesi gerektiğini mi söylüyoruz?
Burada bedenden kastımız, tedaviyi ihmal eden ve bir süre sonra koma haliyle geri dönen arkadaşımız mı? Hastanın bedeniyle ümmetin bedeni arasında bir ilişki var mı? Peki ülkemiz bir koma halinde mi?
Suriye’nin Araplarla olan ilişkisinden ya da Suriye’nin kuzeyinin Türkiye’yle olan ilişkisinden mi söz ediyoruz? Türkiye’yi Suriye’nin kuzeyindeki dönüşümler neticesinde Türkiye içerisinde doğabilecek felaket derecesindeki sonuçlar konusunda mı uyarıyoruz? Aslında Uygur, Myanmar ya da Hindistan Müslümanlarından mı bahsediyoruz? Yöneticilerin yıkım ve tahrip unsurlarının toplumun bedenine sızması konusundaki ihmal ve ahmaklıklarından mı bahsediyoruz? Siz kendinize uygun gelen cevabı verin.
Bazı hasatlık toplumun ve milletin bedeninde derinlere kadar nüfuz eder ve damarları içerisinde gezinerek tüm organlara ulaşabilecek kadar güçlü hale gelir. Amacı ise tektir: Bedeni içerden yok etmek ve tükenmesine yol açarak ölümüne neden olmak. Bu hastalıkların görmezden gelinmesi, hastalıklara hedeflerine ulaşması için daha fazla zaman verilmesi anlamına gelir… Hastalıklarla mücadele etmek gerekir. Bunun için de net bir strateji ve plan şarttır. Aksi takdirde bu koma devam ederek, bir felaketle sonuçlanabilir.
Dr. Mutez Muhammed Zeyn
Suriyeli Doktor Yazar