Alışmanın belki de en tehlikeli tarafı, mevcut durumun değiştirilemez olduğu düşüncesine teslim olmaktır. Buna göre durumu değiştirmeyi düşünmeye çalışmada umut yoktur. Suriyelilerin dış bir güç tarafından yapılan işgale boyun eğmesi de, şaşkınlık uyandıracak bir durum olabilir. Bu ise Esed diktatörlüğüne yıllarca boyun eğmelerinden ve sonra bu rejimi devirmede başarısız olmalarından kaynaklanmaktadır… Üzerinde hemfikir olmak istediğimiz yaklaşım ise, diktatörlüğün ve halkın iradesini zorla ele geçiren bir otoritenin, yalnızca zaafı nedeniyle değil, aynı zamanda aralarındaki yakın ilişki nedeniyle bir dış gücü ülkesine getirmesi nedeniyle, aslında bir iç işgal mesabesindedir.
Sene başında Kasım Süleymani’nin suç ortağı Ebu Mehdi’yle birlikte öldürülerek paramparça edilmesi haberinin duyulması, bir yıldırım etkisi yaptı. Kendileri Esed, İran ve benzerlerinin suç ekseninin bir parçasıydı. Bu, devrime kalkan halkımıza ve Arap milletinin tamamına karşı benimsediği siyasi, askeri ve katilce rolün büyüklüğünün teşkil ettiği önemle ilgiliydi. Bu beklenmedik gelişme, onlara tam bir histeri gibi indi, aynı zamanda bu katilin yönettiği tüm kesimlere de. Sezar Yasası’nın onaylanmasıyla birlikte, Esed rejimi ABD Senatosunun önlemeye çalıştığı facialar konusunda kayda değer gerçek bir zaaf yaşamadı. Zira rejim hala sivillerden başkasını bombalamayan ve bunu kasten yapan Rus kuvvetlerinin olayları havadan örtbas etmesi desteğine sahip. Aynı şekilde İran Devrim Muhafızları adlı yapıya bağlı kuvvetlerin, Şii milislerin ve Şii olmayan yabancıların desteğine sahip. Bu gruplar Suriye topraklarında geriye kalan yerel muhalefeti temizlemede ona destek oldular. Bunun yanı sıra ABD artık Esed suç örgütü için bir tehdit değil. Çünkü Washington Suriye’de hala sınırlı bir şekilde bulunuyor ve güvenli bölgeyi tehlike bölgesine dönüştürmeyi tercih ediyor.
Sezar Yasası, Washington Suriyeliler lehine herhangi bir ciddi ve gerçek politika izlemediği sürece, Suriye’de felaketi sonlandırmayacak. Katil Esed rejimini Suriye halkına yaptığı öldürücü saldırılardan alıkoymak için Beyaz Saray, Suriye’de ABD’nin hasımları lehine siyasi ve askeri nüfuzundan vazgeçemez. Zira Beşşar Esed ve rejimi, tamamı Şii olan ve de Şii olmayan mezhepçi milisler ile DEAŞ ve el-Kaide gibi radikallerin büyümesinin arkasında olan aktördür. Rejim iktidarda olduğu sürece, Washington’un sonu gelmez savaşları sonlandırma isteği de Suriye’de sona ermeyecektir.
Suriye devrimi başladığında, birçok kişi, parti, örgüt ve devletin devrimi desteklememe ve devrimden şüphe duyma hatta devrime karşı çıkma sebebi, devlet yönetimi ve rejimine bir alternatif olmamasıydı. Bu iddia şekilsel olarak doğru olsa da, Suriye’de siyasi bir yaşam ve siyasi faaliyetin bulunmaması ışığında siyasi ve kurumsal bir alternatifin olması talebi, tam anlamıyla imkansızı istemekti. Demokratik rekabetin, açık muhalif partilerin, etkin bir meclisin, bağımsız bir yargının ve adil seçimlerin olmadığı bir ülkede nasıl siyasi bir alternatif olabilir! Her zaman “ben ya da kaos” sloganını açıkça söyleyen ve daha sonra daha da açık bir şekilde “Esed ya da ülkeyi yakarız” programını ilan ederek uygulamaya koyan bir yönetim varken, herhangi bir siyasi alternatif nasıl oluşturulabilir??
Alternatif meselesi burada da bitmiyor, aksine şiddet ve cinayetlerin artmasıyla artarak daha da karmaşık hale geliyor. Sonrasında gelen savaş, tehcir, soykırım, çok yönlü işgal de cabası. Bu meselenin katil rejim boyutu; diğer boyut ise devrim. Devrim açısından vaat edilen ve barışçıl devrimin bünyesinde taşınan siyasi alternatif imkanı, yetersiz silahlanma ve ABD’nin muhalefete uçaksavar sağlanmasını veto etmesiyle kaybolmaya başladı. Daha sonra ise İslamcılaşma, radikalizm, halifelerin ve savaş emirlerinin, istihbaratçı İslamcıların ortaya çıkması ile ise yerel ve uluslararası düzeyde imkansız hale geldi. Gün geçtikçe devrim, cinayetler, tutuklamalar ya da tehcir nedeniyle seçkin isimlerini kaybetti. Böylece birbirine bağlılığı yok oldu ve güzergahı bilinmeyen bir kaosa dönüştü. Her yıl geçtikçe Suriye bir enkaz, harabe ve kan ülkesine dönüşmekteydi. Son olarak ise İdlib’de şu an yaşanan aleni ve devamlı katliam başladı. Tüm bunlar “siyasi, kültürel ve askeri” katmanlarıyla Suriye halkının önüne, krizdeki özgürlük devriminin gidişatını yönetmek için gerçek bir alternatif lider kadrosu arama sorumluluğunu koymaktaydı.
Alternatif sorunu, artık bugün yalnızca Suriye’nin sorunu değildir; bu sorun uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Dünyanın her tarafında yayılan popülizmin artışı da bunu göstermektedir. Popülizmin artışı, her yerde otoriterizmin de artışı, aynı zamanda ayaktakımının demokratik olan ve olmayan ülkelerde yönetime gelmesi demektir.
Kimlik, milli egemenlik, göçmenler ve terör krizlerini yaşayan uluslararası sistem bozulmaktadır. Aynı zamanda ticari savaşlar, ekonomik krizler, siyasi devrimler, istikrarsızlık ve güvensizlik hakimdir. Tüm bunlar popülizmin, arkasından da otoriterizmin yükselişi için benzersiz şartlardır. Ancak popülizmin karanlık yanı, siyaseti alternatifsizliğe götürmesi ve rasyonel alternatiflerin vasıta ve gücünden mahrum edilmesidir. Böylece rasyonel siyasi söylem bir nevi zaaf hatta zırva konuma gelmektedir. Popülizm insanların içgüdü, korku ve arzularına hitap etmektedir. Bunlar ise dünyanın bugün yaşadığına benzer krizler ve geçiş dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Popülizmin rasyonel programlarla ilgili yoktur; daha çok güç, hakimiyet ve insanların duymaya muhtaç olduğu zaferle ilişkilidir. İngiltere ve Amerika’daki hakim söylem buna en güzel örnektir.
Suriye’de alternatifleri yok etmenin en doğal sonucu, Suriye’nin bir savaş merkezi haline gelmesidir. Savaş, Suriye’dir ve Suriye’deki savaş bu senenin sonunca I. ve II. Dünya Savaşları’nın toplam uzunluğuna ulaşacaktır. Bu savaş, tüm adaleti, onuru ve samimiyetiyle devrimin sancağını taşıyabilecek bir alternatif oluşturulana kadar da bitmeyecektir. Ancak biz ortaklaşa bir şekilde ne kadar imkansız durursa dursun “toplumun tüm kesimleriyle” çaba göstermedikçe, böyle bir alternatifin ortaya çıkması da mümkün görünmemektedir.
Abdülbasit Hammude
Suriyeli Yazar