YÜZYILIN ANLAŞMALARI VE TOKATLARI


Nihayet Yüzyılın anlaşması açıklandı. Bence bu sadece bir anlaşma değil, bilakis birçok anlaşma ve tokatları içermektedir. Başta Suriye olmak üzere Arap ve İslami bölge halkı bugün gördüğümüz duruma ulaşmak için art arda büyük imtihanlar göğüsledi.

Yüzyılın sözde anlaşması gün yüzüne çıkmadan önce, bölge halklarının dikkatlerini bu anlaşmaya çekmek ve bölge insanının başına gelen felaketlerin bir sonucu olarak oluşmuş tepkinin seviyesini ölçmek için bölgesel, sosyal, siyasi ve hatta askeri bir iklimin oluşturulmasını sağlayacak olan birçok anlaşma gerçekleştirildi. Bu büyük yıkımın bölgede gerçekleşmesi için bu felaketlerin sürmesi ve bitmesi özellikle planlanmış gibi görünmektedir. Bunun en belirgin olanı özellikle de halkı sadece insanca gibi bir yaşam arzlayan Suriye'de sergilenmiş ve ne zafer ve ne de yenilgi, sonu bilinmeyen sürekli bir çatışma durumuna sokulmuştur.

Suriye halkı özgür ve adilce yaşamak ve barış içinde yönetimi dönüştürmek istiyordu. Ona karşı en iğrenç ve en şiddetli cürmü içeren en büyük anlaşma ve yüzyılın tokadı devreye sokuldu. Modern çağdaki oranı en büyük tehcir hareketi sergilenerek, ciddiye alınacak siyasi bir çözümü ufukta belirmeyen, kimsenin kazanamayacağı büyük ve sürekli bir öldürme amelesi ortaya kondu. Böylece Rejim ve müttefikleri yarı savunmasız insanlara karşı bu şiddetli ve vahşi savaşı tüm bölgeye yaymış oldular. Sanki devrimin güçleri dağınık kalması gerekiyormuş gibi uluslararası taraflarca oraya buraya çekilirken, Suriye'de meydana gelen bu büyük mücadeleyi kazanmak ve sorunu çözmek için değil de savaş sürüncemede kalsın diye devrimin uluslararası güçlerce desteklendiği gibi bir durum oluşturulmuş bulunmaktadır.

Suriye halkı, çatışmayı sonlandırmayan ve onu sürdüren bir piyon gibi yarı savunmasız ortada kalsın, bölge uluslararası hesapların görüldüğü bir yere dönüşsün ve bölge halkı yiyeceği yeni darbelerin acısını ve utancını hissetmesin diye uluslararası güçler bu ikiyüzlülüğü sergilemektedirler. Bölge halkları etnik gruplar arası farklılıkların acı mücadeleleri içinde boğdurulmuştur ki esas suçlu olanlar yıkım ve kıyıma devam ederken kimse onların farkına varmasın. Böylece anlaşmaların ardından yeni anlaşmalar ve tokatların ardından ye şamarlar peş peşe gelsin. Yüzyılın anlaşması da, on yıl süren acı çatışmalardan sonra güvenlik ve geçim kaynağı arayışındaki müzmin bir bitkinlik ve endişelerin ortasında son anlarda gün yüzüne çıksın. Ta ki bu sayede destek ve ilgisizlik arasında kalan uluslararası mekanizmaların vicdani ret pozisyonu aldığı bir sırada önceki uluslararası tüm kararları ve çözümlerini bir tarafa bırakan iki devletli çözüm anlaşmasına geçilebilsin. Gerçek şu ki; halkları sömürmek, onları yalnızlığa terk etmek ve onlara karşı saygısızlık etmek ne bölgede ve ne de dünyada güvenliği veya istikrarı sağlamayacaktır!

Aksine, bu halkların belirli tarihsel koşullarda sömürülmesi ve aldatılması, aynı şekilde belirli tarihsel koşullar oluştuğunda içilirinde biriktirdikleri hayal kırıklığı, kin ve nefret ile birlikte patlamalarını netice verecektir. Bu ise farklı ülkeler ve medeniyetler olarak bir arada yaşama, uluslararası barış, işbirliği ve entegrasyonun kültürel mantığa hizmet etmez aksine, nefreti ve gerginliği arttırır. Bu nedenle Yahudilerin bilge adamları ve hahamları söz konusu yüzyılın anlaşmasını reddetmekte ve bunu Filistinliler için bir sömürü ve zulüm olarak görmektedirler.

Kuşkusuz bugünün güçlüsü yarının zayıf ve bugünün zayıfı yarının güçlüsüdür. Kaldı ki; evrende sürekli kalıcı bir durum yoktur ve halkların ruhlarında yer eden karakterler kaybolmaz. Özellikle adaletsizlik, sömürü, ülkeleri yağmalamak ve zenginliklerini talan etmek gibi olumsuz duygular insanların vicdanından asla silinmez. Uluslararası çatışmalar, aşırılığın kendi köklerinden yeniden ortaya çıkışı ve uluslararası barışın yokluğu, adaletsizlikten ve biriken baskıdan, siyasi ve sosyal zulmü meşrulaştıran duygulardan kaynaklanmaktadır. Etkisi ve geri dönüşümü olumsuz olan bu çözümler ve kararlar devam edemez. Peşinden isteyeni olan hiçbir hak yerde kalmaz. Kaldı ki; tarih hala en iyi tanık olmayı sürdürmektedir. Nitekim halklar üzerinde egemenlik kurmayı ve yağmalamayı amaçlayan tüm savaşlar er veya geç başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Zafer günlerinin devletler arasında dönüp dolaştığı inkar edilmez bir gerçektir. 

Dr. Zekeriya Melahifçi

Suriyeli yazar ve araştırmacı

 
Whatsapp