İdlib, sadece halkına savaş açan Suriye rejiminin geleceğini değil, aynı zamanda dünyadaki yeni paylaşım arayışlarının ve uluslararası blokların geleceğini de belirleyecektir. Bu meselenin, ne Suriye’deki muhalefet-rejim ne de sadece Türkiye’nin güvenlik meselesine indirgenerek açıklanamayacağını defalarca yazdım. 24 Şubat tarihli yazıma; “İdlib meselesi yolun sonudur” diye başlamıştım. Bu konuda dünya siyasetinin ortaya koyacağı tavır, -eğer varsa- uluslararası sistemin testi olacaktır. Hatta İdlib meselesinin Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceğini belirleyeceğini söyleyip artık anlamını yitiren 5 Mart zirvesine işaret etmiştim. Ancak anlaşılan uluslararası sistem sınava girmekten çekinip testi bütünlemeye bırakmıştır.
Gelinen noktaya bir daha bakalım:
Rusya destekli Suriye rejimi ile İran destekli milisler yüzünden son haftalarda İdlib’de meydana gelen kayıpların sayısı meçhul. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlı milyonlarca masum insan -daha önce olduğu gibi- gözünü Türkiye sınırlarına çevirdi. Bu durumdan sadece Türkiye değil, bütün Avrupa’nın etkileneceği ayan beyan ortadadır. Avrupa, bugün sınırlarında görmeye başladığı mülteci akınlarını yarın mumla arayacaktır. Şayet AB, güvenlik stratejilerini yenilemez ve sınırlarını yeniden tanımlayamazsa; hiç yüzleşmek istemediği büyük bir göç dalgası ile karşılaşacaktır. Bu, sadece Avrupa’nın konforunu bozmayacaktır. Demografisini ve geleceğini de şekillendirecektir. Ünlü şarkiyatçı Bernard Lewis’nin ömrünün son yıllarında ileri sürdüğü iddiası da gerçekleşme yoluna girecektir. Yüzyılın sonunda Avrupa’nın İslâmlaşacağı tezini savunurken Bernard Lewis; aslında, Avrupa’yı uyarıyordu.
Galiba, Lewis’nin bahsettiği süreç İdlib’den başlamıştır. Avrupa, demografisini, kültürünü ve hatta dinini değiştirecek olan yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıyadır. Beyinlerine yerleşen bu korku, muhtemelen karar alma duyularını da hantallaştırmıştır. Oysa korkunun ecele faydası yoktur. Avrupa, sürekli küçümsediği ve yok saydığı İslâm dünyasının en çaresizleri elinde yeniden şekillenecektir. Bu dönüşüme en büyük katkıyı da Avrupa’daki Müslüman-Türk diasporası verecektir.
Bugüne kadar İslâm dünyasını sömürenlerin, yerli işbirlikçileri üzerinden halkı bıktıranların ve coğrafyayı yaşanmaz kılanların bedel ödeme zamanı gelmiştir. Hiç kimse, dört milyon Suriyelinin Türkiye’ye göçünü; bir o kadarının yer değiştirmesini ve şimdi de yaşanan yeni göç dalgasını sadece Suriye’nin yaşanmaz hale gelmesi ile izah etmemelidir. Buna küresel yönetişimdeki beceriksizliklerin, uluslararası rekabet ve Hipokrasinin sebep olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
İdlib meselesi, eski ittifakları sorgulayacak, bazılarını bozacak ve bazılarına da yeniden yön verecektir. ABD, AB ve NATO’nun gelişmeler karşısındaki tavırlarına; soğukkanlılıkları değil, korkuları hâkimdir. Kendilerini etkileyecek yeni bloklaşmalardan endişe duymaktadırlar. Sovyetlerin dağılmasından sonra en önemli ittifaklardan biri olma yoluna girmiş olan Türkiye-Rusya ilişkilerinin gerginleşmesine katkı sağlayıp sorunu erteleme peşindedirler. Ancak süreç başlamıştır. Artık Avrupa, küçümsediği, çelme taktığı çoğu Müslüman göçmenler ile AB, NATO ise yeni güvenlik tehditleriyle yüzleşmek zorundadır.
Diğer yandan Türkiye de Rusya ile diplomasi kanallarını açık tutacaktır. Ama bütünüyle ona bel bağlaması da mümkün değildir. Başlangıçta açık ve bölgesel işbirliği icaplarına göre davranış sergileyen Rusya, şimdi iki yüzlü davranmaktadır. Bunun nedeni, Türkiye’nin alacağı muhtemel tavrıdır. NATO ile Türkiye, ama daha ziyade ABD ile Türkiye arasında yaşanan soğuk savaş, ki taraf arasındaki yakınlaşmayı sağladığı gibi, şimdi kurulması muhtemel yeni yakınlıklar da ters etkiyi gösterecektir. Rusya’nın endişesi bundan kaynaklanmaktadır. Ama o da hakikat ile yüzleşmek zorundadır.
20. yüzyıla şekil veren yakın tarih, saf değiştirme örnekleri ile doludur.
Fransızlar, Mısır’ı işgal ettiklerinde, İngiliz ve Ruslar Osmanlı Devleti ile ittifak kurup Fransızları Akdeniz’den uzaklaştırmışlardı. Dahası, Osmanlı-Rus işbirliği ile İstanbul’da anayasası hazırlanan Yedi Ada Cumhuriyeti’ni kurup İngilizlere devretmişlerdi. 1801-1806 yılları arasında hiç sarsılmayacak zannedilen Osmanlı-Rus yakınlaşması, Rusların Sırp isyanını desteklemesi ve Eflak-Boğdan’ı işgale kalkmalarıyla bozulacak ve iki taraf arasında yeniden savaş başlayacaktır. Bu tarihten kısa bir süre önce Osmanlı toprağını işgal etmiş olan Fransa, fırsattan istifade Türkiye’nin dostluğuna soyunup prestij arayacaktır. Bu gelişme, Osmanlının yeni müttefiki olan İngilizleri kızdıracak ve onları Rusların yanına itecektir. Ardından donanmalarıyla Çanakkale’yi geçip İstanbul’u tehdit edecek ve yaptıkları anlaşma ile Fransızları uzun süre devre dışı bırakacaklardır.
Bu kısa tarih bile, uluslararası ilişkilerin ne denli menfaat esaslı ve pamuk ipliğine bağlı bulunduğunu göstermektedir.