“Zulüm 1453’te başladı” sloganını Kahire’den duymak... 


Türkiye’nin Libya’da meşru hükümetin talebi üzerine ve onun lehine ağırlığını koymasıyla birlikte dengeler tamamen değişmiş durumda ancak bu denge değişimi aynı zamanda herkesin hesabını yeniden gözden geçirirken başvurduğu görülmemiş bir diplomatik trafik yoğunluğu oluşturuyor.

Şimdiye kadar meşru yönetimin temsilcisi olduğu halde kaybetmekte olduğu için giderek bir tecride maruz kalmakta olan UMH Başbakanı Serrac’a ilgi iyice arttı. Başta Rusya olmak üzere herkesin tekrar temas kurmak istediği Libya’nın en önemli aktörü haline geldi.

Bu arada Kahire’de pirince giderken evdeki bulgurdan olan Libya’nın darbeci tarafları Sisi ile birlikte görüntü verirken, başta olmasalar da sonradan BAE, Rusya, Suudi Arabistan ve Fransa da o kadrajın içine kendilerini konumlandırdılar. Ancak hem Avrupa içinde hem NATO içinde Fransa’nın bu konumu yadırganıyor çünkü her ikisinde Fransa’nın bu konumu hiç bir ittifak etiğine uymayan bir başına buyrukluk olarak değerlendirilmeye başlanıyor.

NATO’nun en büyük üyeleri ABD, Türkiye, İngiltere, Almanya ve İtalya bu konuda tam tersi bir tutum içinde ve Türkiye’nin meşru hükümete vermekte öncülük ettiği destek giderek hem NATO’nun hem de AB’nin resmi tutumu haline gelmeye doğru ilerliyor. Bu durum aslında Türkiye’nin desteğiyle UMH’nin sahada elde ettiği askeri başarıların uluslararası siyasal alana da başarılı bir biçimde taşınmasının da resmidir.

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD başkanı Trump arasında ağırlıklı konusu Libya olan bir görüşme gerçekleşti ve bu görüşmede de aradaki görüş birliği teyit edildi. Oysa hatırlayayım, bundan sadece altı ay önce Trump sahadaki denge yarışının gidişatına göre darbeci General Hafter ile de bir telefon görüşmesi yapmıştı. Muhtemelen o saatten sonra Hafter’in Rusya ile de olan yakınlığı onun güvenilmezliğine dair daha güçlü bir fikir de vermiş olmalı, ama her halükarda Türkiye’nin göstermiş olduğu ve sahada da desteğiyle, başarılarıyla kanıtlamış olduğu vizyon şu anda ABD için de daha fazla kabul gören bir vizyon.

Kabul edelim ki, uluslararası ilişkiler biraz da sahadaki gücünüze bağlı olarak gelişiyor.

Sahada kazananların masada kaybetmelerinin tarihte örneği çoktur. O yüzden sahadaki başarıları masaya taşıyacak güçlü bir siyasi irade çok önemlidir. Hele sahada kaybedenlerin söylem ve propaganda alanında mevhum alanlar açıp orada durumun aksini göstererek bir kazanım elde etmeye çalışmaları da aşina durumlardandır. Böylece bir kazanım elde edilemese bile en kötü ihtimalle bir teselli bulmaya çalışmaları veya kendilerini yenen taraftan söverek, kahrederek intikam almaya çalışmaları söz konusu olur.

Libya’da uğradıkları hezimetle orantılı olarak Ortadoğu’da yöntem ve yolları darbecilik olan ittifakın sosyal medyada Türkiye’ye, bilhassa Erdoğan’a yönelik saldırıları katlanarak artıyor. Karikatürlerle, fotoşoplarla Erdoğan’a yönelttikleri hakaretler, gerçekten durumlarıyla çok ters orantılı. Nasıl bir psikoloji olduğunu aslında anlamak hiç de zor değil, ciddiye alınacak bir tarafı da yok elbet. Hatta bu tarz yayınlar arttıkça artık bu şer ekseninin hezimetinin boyutları hakkında daha iyi fikir edinilebiliyor.

Mısır Fetva Kurumu’nun İstanbul’un fethini “Osmanlı işgali” olarak nitelendiren açıklaması, mesela, durduk yerde neyin ifadesiydi? Sadece son zamanlarda Türkiye’de açılan Ayasofya gündemini Erdoğan’a bağlayarak, ona olan hınç adına bütün İslam dünyasının tartışılmaz bir kabulü olan Fetih’e karşı kendini konumlandırmak, nihayetinde Türkiye’ye hiç bir zarar vermez ama Mısır Fetva Kurumu’nu İslam dünyası nezdinde tamamen itibarsız hale getirir.

Nitekim sanırım Türkiye’den çok az bir kesim dışında hiç kimse duymadı ve tepki de vermedi ama İslam dünyasının her kesiminden buna sert tepkiler geldi. Mesela

Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Muhyiddin el-Karadaği, açıklamanın kurum için “utanç lekesi” olduğunu belirtti.

Ancak bu arada şu ilginç paralellik de dikkatlerimizden kaçmadı. Sisi’nin kanlı darbesini yaptığı 2013 tarihindeki Temerrud hareketiyle aynı tarihlerde Türkiye’de de bir Gezi darbe teşebbüsü yaşanıyordu. İkisinin aynı mutfakta pişirilmiş girişimler olduğu kısa sürede anlaşıldı elbet. Hala başında Gezi yelleri esenlerin anlayamayacağı bir paralellik tabii. Ama Gezi’nin en kışkırtıcı sloganlarından birisi duvarlara yazılan “Zulüm 1453’te başladı” şeklindeydi.

Aynı tarihlerde Mısır’da kotarılan darbenin dini kadrolarının dahi bugün hangi vesileyle olursa olsun Ayasofya’nın camiye çevrilmesine böylece itiraz ediyor olmaları çok şaşırtmıyor. Aslında uzunca bir süredir Ortadoğu’daki ayrışma tam da darbecilerle halkın değerlerini temsil edenler arasında olduğu sır değil de, herkesin bildiği bu sırrın böylece ifşa olması gerekiyormuş.

NOT: Mısır Fetva Kurumu’nun açıklamasının sosyal medyada büyük tepki çekmesi üzerine kurum geri adım atarak “Büyük fethin sufi Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet eliyle gerçekleştirildiği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise Sultan Mehmet’le hiçbir bağının olmadığı” şeklinde bir açıklama yapmış.

Whatsapp