Hint Müslümanlarının feryadı


 

Kemal Paşa ile yıllarca önce bir kongrede tanışmıştım. İlk defa yan yana gelmiş olmamıza ve üçüncü bir dil ile anlaşmamıza rağmen hemen kaynaştık. Kongrenin ana konusu doğrudan Türkiye değildi ama aramızda oluşan tabii işbirliğiyle her oturumda Türkiye’yi konuştuk.

Yeni arkadaşımın kimliğinden çok, ismi bende merak konusu olmuştu. Oradan başladık. Hikâyesine göre, doktor olan büyük babası Balkan Savaşları sırasında gönüllü olarak Osmanlı hizmetine girmiş; ardından I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda hizmet etmiş bir Hintli idi. Ailenin ‘Paşa’ ismi buradan geliyordu. Belki o meçhul Paşa, ülkesine mahzun dönmüştü. Ama kalbi Türkiye’de ve Türkiye’nin emperyalizme karşı verdiği mücadelesindeydi. Yani yeni Türkiye'de Paşa’nın ve Hint Müslümanlarının gönlündeydi. Nitekim torunun ismi verilirken Kemal adının seçilmesi de bundandı.

Benim bu kişisel tanıklığım tek değildir. Hint Müslümanlarının Osmanlı döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında gösterdikleri fedakârlıklar ve yaptıkları hizmetler pek çok akademik çalışmaya konu olmuştur.

Bunların öncülerinden biri Azmi Özcan’ın Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere kitabı ise; sonuncusu da Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde Mustafa Göleç nezaretinde, Semanur Ercan’ın, Abdurrahman Peşâveri hakkında tamamladığı tezidir. Bu son çalışma, Kemal Paşa’nın hikâyesinin de en mücessem şeklidir. Eğer Sivas Kongresi’ndeki millî kahramanlarımızın toplu fotoğraflarına bakarsanız, Abdurrahman Peşaverî’yi Mustafa Kemal’in hemen arkasında görürsünüz.

Şimdi bu konuyu niye mi ele aldım?

Uzun zamandır Hint Müslümanlarının sürdürdüğü mücadelelerin geçen hafta aleyhlerinde sonuçlanmasından. Maalesef ne İslâm dünyası ve ne de bunu dillendirmesi gereken İslâm İşbirliği Teşkilatı bu konuya ilgi gösterdi. Üstelik Hint Müslümanlarının umut besledikleri bazı kimseler de yanlış beyanlarıyla Hindistan’daki Müslüman karşıtı hareketlere bilmeden prim verdi.

Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla, asırlardır Hint Müslümanlarının kullandığı ve 1990’larda yıktırılan Babri Camii’nin kalıntıları üzerine Hindu Mabedi inşasına karar verildi ve uygulanmaya konuldu.

Hindistan’da her gün 200 milyon Müslümana karşı takınılan tavırlardan ve seküler Hindistan iddiasıyla azınlıkların dini haklarına karşı sürdürülen ayırımcı hareketlerden bağımsız olarak, Babri Camii’nin hikâyesini özetleyeyim:

Caminin inşasına bir Türk hükümdarı olan Babür Şah zamanında 1529 yılında, Hindistan’ın Ayodhya bölgesinde başlanmıştır. Cami, Müslümanların satın alıp vakfettiği bir arazi üzerinde inşa edilip Babür Şah’ın oğlu Hümayun zamanında ibadete açılmıştır. Yani cami, Hinduların iddia ettiği gibi Hindu azizlerinden Rama’nın doğduğu yer değildir. Böyle bir rivayet olsa bile, mekân Müslüman vakfı olarak tüzel kişilik kazanmıştır. Nitekim Yüksek Mahkeme de bu mekânın Müslümanlara ait olduğunu kabul etmiş ve bedel olarak başka bir arazinin tahsisini önermiştir.

İngiliz işgali yıllarında, Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılık yüzünden bu cami hedef haline getirilmiş ve ana kapısı kırılarak Hinduların içeri girmesine göz yumulmuştur. Hindistan’ın bağımsızlığından sonra burası da pek çok mescit ve caminin uğradığı hücumlara maruz kalmıştır. Mahkemenin Müslümanların lehinde verdiği yürütmeyi durdurma kararının aksine, içine Hindu tapınma araçları konulmuştur. Nitekim Müslüman karşıtlığından beslenen seküler Hint milliyetçiliği de bu duruma sessiz kalmıştır. Kendisi de radikalizmin kurbanı olan Başbakan Rajiv Gandi zamanında, Müslümanlara rağmen burada Puja ayini başlatılmıştır.

Babri Camii, Hinduizmin radikal anti-İslâm lideri LK Advani BJP önderliğinde ve polis nezaretinde 6 Aralık 1992’de tamamen yıkılıp yerle bir edilmiştir. Bundan sonra başlayan hukuk mücadelesi uzun sürmüş, ülke çapında yapılan gösteriler ve hak talepleri sırasında 5000’den fazla masum Müslüman ölmüştür. Buna rağmen, Hindulara müktesep bir hak doğurmak için mahkeme, yıkıntıların üzerinde yapılan geçici tapınaklarda Puja ayinlerinin devamına izin vermiştir.

2010’da Allahabad Yüksek Mahkemesi çelişkili bir karar vererek bugünkü süreci hazırlamıştır. Buna göre mahkeme, Babri Camii’nin mülkiyetinin Müslümanlara ait olduğunu kabul ederken; Ram tapınağının konumunu da benimsemiştir.

Bu karardan sonra mesele Anayasa Mahkemesi’ne intikal etmiş ve burada da dokuz yıl bekletilmiştir. Bu süreçte, Müslümanlara karşı önyargılı ve Hindistan’ı bir Hindu devleti olarak gören BJP’nin, Babri Camii alanında, Ram tapınağı inşa edilmesini sürekli gündemde tutması, davayı yanlış yöne sürüklemiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, çoğunluğun menfaati gerekçesiyle adil olmayan bir karar verip yaklaşık beş yüz yıldır mülkiyeti Müslümanlarda ve son altmış yıldır işgal altında olan caminin yerine Ram tapınağı yapılmasına karar vermiştir.

Bu konuda Hindistan Müslümanları Birliği camiyi geri alabilmek için çok yönlü bir mücadele başlatmıştır. Ancak Babri Camii’nin, gerek Hindistan’da sürekli teşvik edilen Müslüman karşıtlığı ve gerekse Cammu ve Keşmir’de yaşanan sorunların gölgesinde kalması; Hint Müslümanlarını tarihî mirasından da yoksun bırakmıştır. Hindistan Başbakanı Narendra Mondi’nin 5 Ağustos’ta Babri Camii kalıntıları üzerine Hindu mabedi için temel atma töreni yapması, Hindistan barışına dökülen benzin olmuştur. Bu durum, 200 milyon Müslümanı yaralarken karşıtlarını da cesaretlendirmiştir. Nitekim bir kısım radikal Hindu lideri, Müslümanların diğer mabetlerini de hedef gösteren açıklamalar yapmışlardır.

Son yıllarda dünya yönetişimine aday olması beklenen Hindistan’daki bu gelişmelerin toplumsal ve dini barışa zarar verdiği apaçıktır. Bu durum, Hindistan’ı sonu gelmeyen çatışmalara sürükleyeceği gibi dünyadan kopmasına da neden olacaktır. Temennimiz Hint hükümetinin bir an önce bu tasarruflarından vazgeçip toplumsal barışı öncelemesidir.

İslâm dünyası ve onu temsil eden İslâm İşbirliği Teşkilatı bu feryadı duymamış olsa da Hint Müslümanlarının umutları hâlâ diridir.

Whatsapp