Biroşima ve Beyrut’ta bir gecikmiş Napolyon


 

Beyrut’ta bir yerleşim yerinde gerçekleşmiş, Hiroşima’dan sonraki en büyük patlama bazı Arap basınında Biroşima olarak isimlendirildi. Patlamanın görüntüsü ve etkileri gerçekten ancak Hiroşima ile kıyaslanabilir boyutlardaydı. 200’e yaklaşan ölü sayısı, 5000’in üzerinde yaralı ve on binlerce evin tamamen yıkıldığı veya kullanılamaz hale geldiği bu patlamanın Lübnan’da sadece fiziksel olarak değil moral olarak yol açtığı travma Biroşima nitelemesini hak ediyor.

Ancak önemli bir fark halihazırda Lübnan kimseyle bir savaş halinde değil ve patlamanın gerçek nedeni hala meçhul. Bir bombalama sonucu da olabilir, gerçekten de tamamen ihmal neticesi içerde oluşmuş bir kazanın yol açtığı bir yangının neticesi de olabilir. Dışarıdan bir müdahale, bir roket marifetiyle olmuşsa hiç kimsenin fail aramayacağı bir durumdayız. Olağan şüpheli İsrail’dir ve İsrail her zaman bu sanıklık durumunu fazlasıyla hak ediyor.

Ancak patlama ister bir kaza sonucu olsun, isterse de, baştan itibaren böyle bir rol oynadığı iddialarını yalanladıysa da, İsrail tarafından yapılmış olsun, her halükarda İran’ın Hizbullah üzerinden Lübnan’daki rolüne dikkatleri çekecek olması ve muhtemelen İran’ı İslam dünyasındaki rollerini gözden geçirmeye zorlayacağı açıktı. Çünkü Hizbullah, patlamanın olduğu noktada amonyum nitrat depolarının bulunmadığını söylemiş olsa da liman onun kontrolünde ve 6 yıldır o devasa miktardaki maddenin o noktada bulunmasının bir izahını yapamayacaktır ve bu da Lübnan halkının öfkesinin her halükarda ilk hedefi olmasına yol açmaktadır.

Lübnan’da Hizbullah’ın rolü bu olay vesilesiyle ilk defa bu kadar güçlü bir biçimde bizzat Lübnan halkı tarafından sorgulanmış oluyor. Hakim olmakla her zaman gurur duyduğu 4 Sünni başkentinden biriydi Beyrut. Diğer üç Sünni başkentin hiçbirisine yıkımdan, ölümden ve sürekli istikrarsızlıktan başka bir şey getirmedi. Bunun neresiyle gurur duyduğunu anlamak gerçekten mümkün değil. Nitekim şimdi Lübnan’da böyle bir olay karşısında ona iyi niyetle şahitlik yapacak kimseyi bulamıyor İran.

Türkiye bu olayın duyduğu ilk andan itibaren insani yardım kuruluşlarını, AFAD, Kızılay, IHH ve Sadakataşı gibi sivil toplum kuruluşlarını seferber ederek yardıma koştu. Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aun’u ilk arayan lider Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Erdoğan Michel Aun’a taziye ve geçmiş olsun dileklerini iletmek üzere aradığında Türkiye’nin yardımlarını ekiplerini taşıyan kargo uçakları Lübnan’a gitmek üzere çoktan havalanmış, Beyrut’a inmek üzereydi.

Erdoğan Aun’a Türkiye’nin bütün imkanlarıyla kardeş Lübnan halkının yanında olduğunu ve olacağını iletti. Hemen ertesi günü de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çağuşoğlu’nun yer aldığı bir heyet Beyrut’u ziyaret ederek oradan Lübnan’a somut yardım ellerini uzattılar. Yaralılar için ambulans uçaklarının seferber olduğu ve Türkiye’de tedavileri için bütün hastanelerinin açık ve hazır olduğu duyuruldu. Ayrıca tahrip olan Beyrut Limanı’na karşılık Lübnan’ın ihtiyacını geçici olarak görmek üzere Mersin Limanı’nın Lübnan’ın kullanımına açık olduğu bildirildi.

Türkiye’nin gerek ülke içindeki sosyal veya doğal afetler karşısında çok ciddi bir hazırlığı var. Yıllardır Suriye’den yaşanan göçün ürettiği sorunlarla baş etme konusunda bütün dünyada örnek olacak bir performans ortaya koymuş durumda. Aynı zamanda bir deprem ülkesi olan Türkiye’de yine doğal afetler karşısında önemli, hızlı ve etkili bir kurtarma ve yardım tecrübesi edinmiş durumda. Lübnan’a ulaşan ilk yardım ekiplerinin Türkiye’den olması aynı zamanda Türkiye ile Lübnan arasındaki derin tarihi ve kültürel bağların da Türkiye’ye farz kıldığı bir durum.

Türkiye bu yardımları herhangi bir hesap güderek yapmadı. Beyrut yanınca Türkiye’de insanların ciğeri kavruluyor. Türkiye Beyrut’taki, Şam’daki, Trablus’taki, Bağdat’taki insanlara bir zulüm eli değdiğinde acısını İstanbul’da, Antep’te, Ankara’da, Mersin’de, Yozgat’taki vatandaşın ta yüreğinde duyuyor. Bunu Napolyon özentisi Fransız Cumhurbaşkanı’nın hissetmesi ne mümkün?

Macron da Türk heyetinden bir gün önce Lübnan’daydı. Bu iki ziyaretin karşılaştırmasını Arap halkının duygularını yansıtan yayınlardan bolca dinleme fırsatımız oldu. Bir Arap gazeteci benzeri çokça yapılan şu yorumu yapıyordu:

“Macron kendi sömürgeci şımarıklığı ve kibriyle geldi, kendi Cumhurbaşkanımızı aşağıladı, saygısızlık yaptı ve kendi acısıyla meşgul olan Lübnan halkını Türkiye ile olan rekabetine alet etmek istedi. Yangından mal kaçırmak ister gibi bir hali vardı. Bu ziyaretin sonucunda Lübnan halkına ne sundu, işiten bilen oldu mu? Gelip müstemleke biri gibi Lübnan halkına talimat verip gitti, hiçbir şey de vermedi. Maruniler üzerinde hesabı olan biri olduğu halde Maruni Cumhurbaşkanı’na tarihini en büyük küstahlığını yaptı basın açıklaması esnasında. Oysa Erdoğan’ı temsilen gelen Türk heyeti daha görüşmeye gelmeden yardımlarını göndermişlerdi bile. Ziyaretleri esnasında da Lübnan halkından tam da beklendiği gibi karşılandılar. Erdoğan’a büyük bir coşku ve şükran duygusunun ifade edildiği tezahüratlarla.”

Türkiye’nin bu olay esnasındaki tek derdi kardeşlerinin yaralarını sarmak, Lübnan’ı ayağa kaldırmak. Oysa Macron’ın gizleyemediği hesapları eline ayağına dolanıyordu. Böyle bir ziyaret esnasında bile, enkazın üzerinden Türkiye’ye karşı duygularını ifade etmekten geri durmadı.

Libya’daki enkazın altından, üstünden aramaya çalıştığı neyse, bu saatten sonra onu bulması zor olacak, çünkü devir artık Napolyonların devri değil, Macron’dan zaten bir Napolyon çıkmaz.

Whatsapp