Suudi Arabistan’da (SA) Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak görülmekte olan bir dava varmış. Öyle diyoruz, çünkü davanın seyrini, içeriğini, sanıkların durumunu, delilleri, mahkeme reisini falan kimsenin bildiği, takip edebildiği yok. Dünyaya kapalı, ilgili taraflara kapalı, kendi kendilerine yürüttükleri bir dava.
Daha savcının ilk mütalaası bir iddianame olmaktan ziyade, peşin peşin asıl olağan şüphelileri aklama telaşında bir avukatın savunma mütalaası gibi. Bilgileri ve emirleri olmaksızın hiçbir şekilde böylesi bir hadisenin olması ne akıl ne sağduyu ne de mantık ölçüsünde mümkün olmayan kişileri daha ilk mütalaada olaydan beri ilan eden iddianameyle başlayan davanın adalet tesis etmekten ziyade birilerini aklamak için yürütülecek bir tiyatro olarak gerçekleşeceği besbelliydi. Ama bu haliyle bile yeterince ilginç bir tiyatro. İzleyicisi olmayan, sadece sonuçları hakkında bilgilendirmenin yapıldığı bir tiyatro.
Geçtiğimiz Aralık ayında aslında 5 kişiye idam cezası verildiği ilan edildiğinde bile bu mahkemenin bu kararıyla Cemal Kaşıkçı’yı adeta yeniden bir kez daha öldürmüş olduğunu söylemiştik. Çünkü davada 31 kişi hakkında açılmış, soruşturma 11 kişinin üzerine yoğunlaşarak devam etmiş, 5 kişiye idam 3 kişiye 24 yıl hapis ve 3 kişiye de beraat kararı verilmişti. Cinayetin taammüden ve planlanarak işlenmediği, aniden gelişen bir müsademe sonucunda gerçekleşmiş olup, olaya da sadece sözkonusu 5 kişinin doğrudan karışmış olduğu geri kalan hiç kimsenin bu olayda hiçbir suçunun olmadığı hükmüne varılmıştı.
Grubu görevlendirmiş olan Suud el-Kahtani’ye ise, kendisini suçlayacak hiçbir delil bulunamamış olduğundan dolayı dava bile açılmamıştı. Tabi onu suçlayamayınca, daha önceki bir ifadesinde, “kendisinden habersiz tuvalete bile gitmediğini” söylediği veliahtı da suçlayacak hiçbir şey bulunamamış. Tabii olayla ilgili başka bir skandal gerçek ise hakkında idam cezası verilen bu 5 kişinin hangileri olduğu, hapis cezası verilenlerin kimler olduğuna dair hiç bir malumatın olmaması.
Yine de davada idam cezasının çıkmış olması, olaya bir nebze de olsa bir ihtimam gösteriliyor olduğu izlenimi vermiyor değildi, ama daha sonra bir de ne görelim ne duyalım? Cemal Kaşıkçı’nın oğlu Salah bir twitter mesajında Kur’an’daki bir ayete atıfla affetmenin daha hayırlı olduğu gerekçesiyle “babasının katillerini affettiklerini” duyurdu.
Şeriat öyle diyormuş. Son zamanlarda şeriat adına ne varsa silip atma yarışına girmiş olan MBS bir anda şeriatı hatırlamış ve onda kendisine bir çıkar yol bulmuş. Bunun şeriata tam bir bühtan olduğu da geçerken belirtilmesi gereken bir gerçek. Şeriatta kısas hallerinde ailenin affı mümkün, ama Allah aşkına bu cinayet yanlışlıkla mı, karşılıklı bir kavga esnasında istenmeden mi işlendi ki sözkonusu şeriat hükmü buna uygulansın.
Tamamen planlanarak, çok sayıda kişinin katılımıyla masum bir kişiye karşı uygulanan hunharca bir cinayeti ailenin bile affetme yetkisi var mı şeriatta? Yok. Bu cinayet bir insanlığa karşı suç davasıdır ve Cemal Kaşıkçı’nın yakınlarının değerlendirmesini aşmıştır.
Ne var ki, gördüğümüz kadarıyla Salah Kaşıkçı’nın bu mesajı mahkemeyi ikna etmiş ve olayla ilgili 31 kişi arasından nasıl seçilmişlerse 5’iyle sınırlandırılan idam cezaları 20 yıla indirilmiş.
Mahkemeyle ilgili hiçbir şeffaflığın olmadığı bir süreçte yürütülen bu dava Türkiye’nin zaten doğal olarak ve tarafsızca yürüttüğü davadan sanıkları kaçırma telaşını da yansıtıyor.
SA mahkemesi Kaşıkçı katillerini yargılamamış, onları korumaya, kollamaya almıştır. Onları adaletten kaçırmak için onlarla bir dayanışma içine girerek onlara yardım ve yataklık suçu işlemiştir.
Tabii Salah Kaşıkçı’nın bu twitter mesajını hangi şartlar altında atmış olduğu meselesi de var ortada. Gerçekten özgür iradesiyle mi attı bu mesajı? Kaşıkçı’yı SA’a getirmek için, getiremiyorsa susturmak için oğullarıyla tehdit eden bir şebeke var ortada. Bu şebekenin Kaşıkçı cinayetinden sonra susmuş veya faaliyetini durdurmuş olduğunu düşündürecek ne var elimizde? Halihazırda SA’da keyfi olarak ve sadece fikirlerinden dolayı tutuklanmış çok sayıda insanın kendi yakınlarının da takibata ve tehditlere maruz olduğunu bilmeyen yok. Daha birkaç hafta önce basına yansıyan, eski Suud istihbaratçı Saad al-Jabri’yi, üstelik Kaşıkçı cinayetinden sadece 12 gün sonra bulunduğu Kanada’da aynı yöntemlerle öldürmek üzere bir suikast timi gönderildiği bilgisi hala taze. Al-Jabri’nin de tıpkı Kaşıkçı gibi SA’a dönmek için ikna edilmeye çalışıldığı bunun için de çocuklarının tutuklanmış ve ne durumda olduklarına dair hiçbir bilginin bulunmadığı anlaşılmıştı.
Bu tür uygulamaları son derece mutat olan bir yönetim aygıtının, kendi elinde bulunan Salah veya Kaşıkçı yakınlarından böyle bir ifadeyi hangi şartlar altında almış olduğuna dair eminim kimsenin bir merakı yoktur.
Açıkçası, ülkenin bütün kurumlarına agresif bir tutum içinde hükmeden olağan şüphelinin kontrolündeki bir mahkemeden adil bir kararın çıkmayacağı kesindir. Adalet isteniyorsa herkesin bu konuda hiçbir tarafgirliği olmayan, sanıklara her türlü savunma hakkını tanıyan, muhakeme sürecini en şeffaf şekilde yürüten ve olayın da cereyan etmiş olduğu yer olması dolayısıyla Türkiye adaletine güvenmesi gerekiyor.
Nitekim Türkiye’de dava zaten devam ediyor ve ilk celsesi geçtiğimiz Haziran ayında yapılan mahkemenin bir sonraki celsesi 24 Kasım’da. SA yargısı verdiği kararla adaletin tesisine en ufak bir katkıda bulunmamış olsa bile bu kararıyla davanın boyutlarına dair yeni bir veri sağlamış bulunuyor.
Eminim bu veri de Türkiye mahkemelerince en münasip şekilde değerlendirilecektir.