Akdeniz’de savaş mı barış mı?


 

Akdeniz’de yaşanan paylaşım kavgası yeni değildir. Gerek Akdeniz ülkeleri ve gerekse Avrasya ticaretinde gözü olan bütün güçler tarih boyunca burada yaşanan rekabetin bir parçası olmuşlardır. Ne de olsa Akdeniz eski dünyanın kalbidir. Amerika kıtasının keşfinden sonra kısmen gündemden düşmüş olsa bile birkaç asır içinde yine eski önemine kavuşmuştur. Hatta bu sefer rekabete Amerika da dahil olmuş ve daha büyük bir çatışma alanına dönüşmüştür.

18. yüzyılın sonlarında Avrupa ve Amerika’daki siyasi değişim ve dönüşümler Akdeniz’i yeniden dünya gündemine taşırken önemini daha da arttırmıştır. Kuşkusuz Osmanlı Devleti’nin giderek güç kaybetmesi ve deniz güvenliğini sağlayamaz hale gelmesi de Akdeniz’in büyük güçler arasında bir çatışma alanı olmasına sebep olmuştur. Ancak asıl sebep sanayi inkılabı sonrasında geçtikleri aşamada Avrupa devletlerinin pazar, sömürge arayışları ve Amerika’nın da kıta dışındaki faaliyetleridir.

Bu girizgâhı Fransa’nın Yunanistan’ı Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kışkırtmasının tarihi alt yapısına vurgu yapmak için yaptım. Meseleyi biraz daha açalım:

Fransa ve Rusya, 18. yüzyılın sonlarında, Hindistan ticaretinden pay alabilmek için Akdeniz’e inmeyi zaruri görüyorlardı. Sürekli sıcak sulara inme rüyası gören Rusya’nın kuzey ve doğuya doğru ilerlemesi durmuş, bütün siyasetini, Akdeniz’e yoğunlaştırmıştı. Nitekim Rusya 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan elde ettiği Ortodoksları himaye gerekçesiyle Rum isyanını hazırlayanlara imkan sağlayacaktı. Rum isyanını başlatan Filiki Eterya’nın Odesa’da kurulması ve kurucularından birinin de Çar’ın yaverlerinden olması tesadüfi değildir.

Fransa Osmanlıların verdiği kapitülasyonlar ile eskiden beri Akdeniz’de ticaret yapıyordu. Ancak bir taraftan ihtilaller ve iç karışıklıklar diğer taraftan da İngiltere’nin Cebel-i Tarık Boğazı’nı eline geçirip Uzak Doğu’da koloniler kurması Fransa’nın Akdeniz’deki menfaatlerine büyük darbe indirmişti. 18. yüzyılın son çeyreğinde Baltık Denizi’nde dolaşan yaklaşık on gemisine karşılık, İngiliz bandırası taşıyan sekiz bine yakın geminin varlığı Fransa’yı kudurtuyordu. Baltık Denizi’nde söz sahibi sahip olamayan Fransa, diğer Avrupa devletlerinin rekabetinden uzaklaşıp -ihtilalin prensiplerine rağmen- bir imparatorluk kurma sevdasına düştü. Plana göre; Akdeniz’e inip, İtalya ve çevresini ele geçirdikten sonra İngiltere’nin Hindistan ile Uzakdoğu yolunu kapatacaktı. Ve bunu da asırlardır kadim dostu olduğunu iddia etiği Osmanlı hesabına yapacaktı. Yani bugün NATO’daki ittifaka karşı olduğu gibi o gün de dostluğa ihanet edecekti.

Akdeniz’de serbest hareket emek isteyen Fransa, Osmanlı hâkimiyetindeki Arnavutluk, Mora, Dalmaçya ve Venedik topraklarından koparılmış Yedi Ada gibi zengin ve stratejik toprakları almayı kafasına koydu. İşe bu süreçte, önce Yedi Ada’yı işgal etti, ardından Mısır ve Suriye’ye yöneldi. Cezzar Ahmet Paşa karşısında Akka’de aldığı büyük darbe ile bölgeden kaçtı ama Akdeniz’de sürekli kullanabileceği Rumları keşfetti. Ortodoks Rumlar, farklı düşünseler de adalardaki Latinleri ve Katolik mezhebine dönen bazı yerlileri kullanıp hedefine varmaya çalıştı. Osmanlı’ya karşı Rum isyanını Rusların başlattıkları kabul edilse bile kurulan ilk Yunan hükümetinin başına bir Katolik’in getirilmesi Fransa’nın rolünü gösteriyordu. Ortodoks olmalarına rağmen Fransız İhtilali’nin ikiyüzlü söylemlerine kanan bazı Rumlar da bu zillete katlanıp kimliklerini belirleyen mezheplerine ihanet etmişlerdir. Başka bir ifade ile Rumlar ve kuruluşundan itibaren Yunanistan, daima Fransa’nın oyuncağı ve Akdeniz’deki menfaatlerinin üssü olmuştur.

Bugün yaşananlar da bundan uzak değildir. Kendi içinde sıkışan ve ekonomisi daralan Fransa’nın çapsız lideri Macron, Akdeniz’de Yunanlıları ve Levanten bölgesindeki çıkar gruplarını kullanıp Napolyon olmaya soyunmuştur. İşbaşına geldiğinden beri “NATO’nun beyin ölümünü” ilan ederek AB bekçiliğine soyunan Macron; bir taraftan AB’nin diğer aktörlerini devre dışı bırakmak, diğer taraftan da NATO’nun en önemli ortağı Türkiye’yi bertaraf edip imparatorluğunu ilan etmeye niyetlenmiştir. NATO’nun varlığını kendi ekonomisi üzerinde bir yük olarak gören Trump’ın politikaları da zımnen Macron’u desteklemektedir.

Akdeniz’de savaş çıkarmak kolaydır. Ancak sürdürmek ve yeniden barışı tesis etmek zordur. Öncelikle, en büyük zararı görecek olan Yunanistan’ın bunu bilmesi ve alışkın olduğu yaygaracılığı bırakması gerekmektedir. Türkiye’ye de büyük görev düşmektedir. Doğrudan Yunanistan ve hatta maceraperest Fransız uçak gemisinin Türkiye karşısında hiçbir şey yapamayacağı kesindir. Fakat büyük bir devlet olarak Türkiye, soğukkanlı davranmak zorundadır.

Akdeniz’de ortaya çıkacak arbedede, ne dünyanın gaz verdiği Yunanistan ne de uluslararası hukuk bakımından yüzde yüz haklı olan Türkiye kazançlı çıkacaktır. Sadece yeni nesil silah üreticileri ile Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler kazanacaktır. Elbette Türkiye bunun farkındadır ve Dışişleri Bakanı’ndan Cumhurbaşkanı’na kadar yaptığı diyalog çağrısı ile de niyetini izhar etmektedir. Ancak tarihte yüzlerce, binlerce kere tecrübe edildiği gibi, çoğu kere savaşlar devlet iradesinin dışında, bazı maceraperestler yüzünden çıkmaktadır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti haklarını savunmak için sonsuz bir savaşa hazırlanırken; barış iradesini çok güçlü tutmalı ve tabiri caiz ise gaza gelmemelidir.

Whatsapp