2014 Ağustos ayının son günü işten dönerken Kadisiye ile Demar yerleşim alanları arasındaki güvenlik kontrol noktası tarafından durduruldum. Kontrol noktası memurlarından biri benimle birlikte geldi ve birkaç metre ötedeki kontrol noktası görevlisine doğru yürümemi emretti. Söğüt kontrol noktası baş görevlisi olan acımasız görünümlü ve kötü bakışlı bir kişinin önünde durdum. Benimle birlikte araçta bulunan meslektaşıma gitmesini söyledi ve gördüğü hiçbir şeyi kimseyle konuşmaması konusunda uyarıda bulundu. Sonra bana eşlik eden ajan, tüm eşyalarımı ve cebimde bulunan bütün kâğıtları çıkarılmamı emretti. Bana bu muamelenin yapılmasının nedenini sormaya çalıştığımda, 227 nolu şubenin tutuklanmamı emrettiğini söyledi. Görevli devriyenin beni gözaltına alıp ilçe şubesine götürmesini beklediklerini de ekledi.
Tekrar soru sormaya çalıştığımda her taraftan üzerime hakaretler yağdı. Sorulara devam etmeye devam ettiğim takdirde bedenimi yakındaki ağaca asmakla tehdit ettiler. Bu yüzden sessiz kalmaktan başka çarem kalmadı. Ağustos güneşinin altında devriyeyi bekleye durdum. Devriye, iki saat veya daha fazla bekledikten sonra geldi. Devriye şefi, bir memura arabamı almasını ve şubede haciz etmesini emretti. Ardından bileğime kelepçe vuruldu. Devriye gezdikleri bir güvenlik arabasına bindirildim. Gözaltı aracında devriye şefinden kontrol merkezinin telefonuyla aileme durumumu bildirmek için defalarca izin istedim. O, bunu ancak nereye gidildiğini açıklamamak ve gözaltına almaktan bahsetmemek şartıyla ancak bunu kabul etti. Yol çok uzundu. Düşünceler ve takıntılar beynimde cirit atarken tutuklanmamın meçhul kaderime doğru yürüyordum. Ulusal silahlı harekâtta bazı akraba ve arkadaşlarımla ilişkilerimle ilgili bir dizi önemli endişeye ek olarak ben tanınmış bir aktivist ve muhalif idim.
Güvenlik aracı bizi kendilerine ait birden fazla güvenlik alanın bulunduğu bir noktaya götürdü. 227 nolu şubenin ana girişine ulaşana kadar her noktada bazı bilgileri araştırıp doğruladılar. Varır varmaz orada tokat, dayak ve hakaret le karşılandım. Evraklarım ve eşyalarım hapishaneye veya şube idaresine teslim edildi. Sonra külot hariç kıyafetlerimi çıkarmamı emrettiler. Ardından birçok hakaret ve dayakla tayin edilen gözaltı tutukevine götürüldüm. Orada bedenden önce kalbi kanatan görüntüler vardı. Yer en fazla yirmi kişiyi barındıracak kapasitede idi. Ancak 160 kişi bu daracık yere sıkıştırılmıştı. Her tarafta kan izleri görülürken ayakta duracak bir yer bile yoktu. Tutukluların vaziyeti insanı aklından edebilecek kadar acımasızdı. Yanındakilere bakıyorsun ve yara bere içindeki vücudunu görüyorsun! Yara ve bereler vücutlarının her tarafını sarmıştı. Merhametsiz ve sağlık veya tıbbi müdahale olmaksızın sürekli işkencenin bir sonucu olarak birden fazla yerlerinden kanlar akıyordu. Mekânın içinde tek bir nefes alma yeri vardı, orası da tuvalet idi. Tuvalet dediğimi kapısız küçük bir köşeydi. Bir deliği ve bir de musluğu vardı. İçme suyunu şişeleme dâhil her şey için kullanılmaktaydı. Bir kez altmış yaşındaki bir adamın tuvaletin önünde uzanmış olduğunu gördüm. Aklını işkencenin şiddetinden kaybetmiş bir durumdaydı. Onun bir Şam tüccar olduğu söyleniyordu. Suriye devrimini finanse etmekle suçlanmıştı. Tutukevinin yanında tutukluların çığlıklarını duymamız ve uyuyamamız için buraya konulmuş bir işkence odası vardır. Bir kişi uzanabilse veya uyumak için bir yer bulabilse bile böyle bir yerde hangi uykudan bahsedebiliriz? Önündekine ve arkasındakine yapışan adamın yanında uyumak olur mu? Ayrıca bacaklarını uzatamıyor, bacaklarını katlamak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü ayaklarını uzatacağın yerde biri yatmaktadır. Böyle bir yerde kalmak acı verici bir durumdur. Bacaklarınızı her zaman katlamak durumundasınız. Bacaklarının bükülmesinden kaynaklanan ağrı yerine bacaklarının yerinde uyuyan genç adama dikkat etmen durumundasınız. Ayaklarımın altında yatan adam şöyle diyor: Amca sen dinlenebilesin diye ayaklarını üzerime uzatmanın bir sakıncası yoktur. Lakin ben elbette ki bunu yapmayı reddettim. Ayaklarımı herhangi birinin vücudunun üzerine nasıl yerleştirebilirdim ki?
Bitişikteki işkence odasında bütün gece acı ve çığlık seslerini duyardık. Öyle ki kırılan kemiklerin sesini duyardık. Ünlü işkence yöntemlerinden birine maruz kalan kaç tutuklu beli bükük hale gelmişti!? Çığlıkları kulağımızda çınladı ve bugün hala o çığlılar kulaklarımızda çınlamaktadır.
Tutukevimiz, dışarıya en yakın olduğu için bilinmeyen yerlere götürülmeden önce cesetlerin toplanması için seçilmiş bir yerdi. Ve işkence sonucu ölülerin cesetlerini getirdiklerinde, şehit düşenleri görmememiz için hepimizi yatakhanenin köşesine, yüzümüz duvara gelecek şekilde kapatıyorlardı. Gazeteci hislerimle ölüleri sayabilmek için birkaç kez göz ucuyla bakmaya çakıştım. Sadece bu şubeden günlük olarak ölenlerin sayısı 3 ile 7 arasında değişiyordu. Sezar’ın anlattığına göre; bazı genç tutukluları, kendilerine bildirilen cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde ölülerin toplandığı yerlere gömülmeleri için onları dışarı taşımaya zorluyorlardı. Rejim organlarına ve tüm tabular çiğneyen, tüm ilahi ve beşeri yasaları ihlal eden bir çeteye olan nefretimi kat be kat artıran günlerdi o günler! Asker botları ile tutukluların kafaları üzerinde geziniyorlardı. Sorgu görevlisinin, sorgu sırasında tutukluların kafalarının üzerinden asker botuyla kaç defa yürüdüğü ve kaç defa tutukluların kafasını iki botunun arasına aldığına şahit olduk! Ayrıca onlardan hayatımız boyunca duymadığımız ve kitaplarda bile okumadığımız ne hakaretler duyduk!
Gerçek şu ki; hapishane sadece bireylerin gözaltına alındığı bir yer değildi! Aksine anavatanın, tüm ülkenin, kuzeyden güneye tüm Şam'ın tutuklanmış olduğunu bir yer olduğunu yakinen hissettik.
Ahmed Mazhar Saadu
Siyasi Bölüm Başkanı