İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın İsrail’le hesabı


 

Geçtiğimiz günlerde İslam İşbirliği Teşkilatının (İİT) istişare toplantısı online olarak yapıldı. İslam dünyasının karşı karşıya olduğu bir çok meselenin konuşulması beklenen bu toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle son zamanlarda Fransa Cumhurbaşkanı Macron tarafından dilendirilen Islamofobik söylemlere karşı yaptığı eleştirilere son yazımızda değinmiştik.

Bu eleştirilerin önemli kısmı aslında Macron’dan ziyade İslam Dünyasını ilgilendiriyordu. Neticede Macron’un İslam ve Müslümanlar hakkında bu kadar cüretkar konuşmaları, İslam dünyasının tepkisizliğinden, bir bütün olarak tavır koyamamasından cesaret buluyor. Dahası, neticede Macron’un İslam nefreti ve düşmanlığı fiilen İslam dünyasının bazı yöneticilerinin İslam nefretinden daha fazla değil.

Biz daha Macron’un haddini aşan sözlerini konuşurken Birleşik Arap Emirliklerinden (BAE) Muhammed bin Zayed’in paralı gazetecisi Hamad al Mazrouei bir İsrailli gazeteye verdiği röportajda peygamber efendimizin 629 yılında Hayber Yahudilerini Medine’den haksız yere kovmuş olduğunu söyleme terbiyesizliğinde bulunmuş, hatta hızını alamayıp bundan dolayı Müslümanlar adına İsrail’den özür dilemiş. Bu zillet ve alçaklık seviyesine inmiş birinin sözleri Peygambere ve İslam’a eşi benzeri görülmemiş bir nefreti açığa vuruyor. Yüzyılın Anlaşması kepazeliğinin insanı düşürdüğü zilletin haddi hesabı olmadığını ortaya koyan ibretlik bir örnek.

İİT’nin tabii ki hariçten gelen saldırılara karşı bir ortak tavır, söylem ve işbirliği geliştirme yükümlülüğü var, ama bundan önce Teşkilatın gerçekten Müslümanları temsil vasfı kalmış mı? Ona bakmak lazım. Bunun için öncelikle Gayrı-Müslimlerin Müslümanlara yaptıklarından ziyade Müslümanların Müslümanlara yaptıkları üzerinde odaklanmaları gerekiyor. Çünkü halihazırda Müslümanlara yapılan zulmün yüzde 90’ı yine Müslümanlar tarafından veya Müslümanlar eliyle yapılıyor. Geriye kalan yüzde 10’u da iktidar sahibi Müslümanların göz yumması veya işbirliğiyle oluyor.

Buna rağmen İİT istişare toplantısı neticesinde yayınlanan bildiride şaşırtıcı bir biçimde İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan Filistinlilerin koşullarından endişe duyulduğu ifade edilmiş. Hatta tutuklu Filistinlilerin kötüleşen sağlık koşulları ve maruz kaldıkları kötü muamele konusunda ciddi endişe duyulduğu söylenerek serbest bırakılmaları çağrısında bile bulunulmuş.

İsrail hapishanesinde 88 gündür açlık grevini sürdüren Filistinli tutuklu Mahir el-Ahres’in sağlık durumu hakkında ayrıca endişe duyulduğu belirtilen açıklamada, tutukluların serbest bırakılmaları için uluslararası topluma müdahale çağrısı da yapılmış.

İsrail hapishanelerinin gerekli sağlık koşullarından yoksun olduğuna ve bu durumun en az 31 Filistinli tutuklunun yeni tip koronavirüse (Kovid-19) yakalanmasına yol açtığına işaret edilen açıklamada, tutuklulara uygun sağlık ve tedavi hizmetlerinin sağlanmasının yanı sıra insan haklarının korunması için uluslararası toplumdan İsrail’e baskı uygulaması da istenmiş.

Bunlar gerçekten İİT’den her zaman duymak isteyeceğimiz şeyler. Ancak bu konuda Teşkilatın gücünün sadece bu tür çağrılar yapmakla sınırlı olmadığını da biliyoruz. Birincisi, İsrail’e bu yaptıklarından dolayı yaptırımlar uygulayıp onu caydırmak mümkün. Teşkilatın güçlü üyeleri ağırlıklarını samimi olarak koysalar, İsrail’in o mahkumları bir gün bile tutma ihtimali yok. Oysa Teşkilatın bu üyeleri tam aksine, İsrail’in bunca ihlaline karşın onu bu yolda daha da cesaretlendirmek üzere normalleşme yarışına girmiş durumdalar.

Nasıl olsa hiçbir yaptırımı ve etkisi olmayacak bu tür çağrılar karşısında İsrail tutumunu neden değiştirsin?

İkincisi, yine aynı güçlü üyelerin zindanlarında tutuklu bulunan Müslüman mahkumların durumu İsrail’in zindanlarında tutuklu bulunan Filistinli mahkumlarınkinden daha mı iyidir?

İsterseniz Mısır zindanlarına bir göz atalım. Orada şu anda tamamen keyfi bir biçimde tutuklanmış, yargı önüne bile çıkarılmaksızın, yıllardır her türlü işkence ve kötü muamele ile karşı karşıya on binlerce insan var. Bu tutukluların hepsi ülkenin saygın, sivil, hiçbir şiddet olayına bulaşmamış insanları. İsrail’den bir farkları, bunların çoğundan haber bile alınamıyor, avukatlarıyla görüştürülmüyor, bir kısmı ulaşılamayan asıl hedef olan yakınlarını cezalandırmak üzere tutulanlardan.

Ya BAE’de en küçük bir muhalefet ihtimali zindanlarda süresiz, sorgusuz sualsiz, yargısız yıllarca en ağır şartlarda tutulmak için yeterli bir sebep değil mi? Bugün BAE İslam dünyasında en yoğun insan hakkı ihlallerinin olduğu yer. Hakkı ihlal edilenler Müslümanlardan başka kimdir?

Peki Suudi Arabistan’da muhalif olmadığı halde, sadece yeterince taraftarlık şovu yapmadığı için tutuklanıp sorgusuz sualsiz hapse atılan ve kendilerinden aylarca, yıllarca haber alınamayan ulemadan, ümeradan, siyasetçilerden ve aydınlardan binlerce insanın hesabı kimden sorulmalı?

Bu insanlar Müslümanlar için en az İsrail zindanlarındaki Filistinli tutuklular kadar değerlidir. Bir kısmı bütün ümmetin ortak değeri olan ulemadandır. Tabi hepsi de ümmetin evlatlarıdır, insandır.

Kendi evlatlarına bu zulümleri reva görenlerin İsrail’den Filistinli tutukluların hesabını sormasında samimiyetin en ufak bir emaresi olabilir mi?

 

 
Whatsapp