Adına Arap Baharı denilen sürecin 10. yılı münasebetiyle birçok anma ve anlama etkinliği düzenleniyor. Salgın dolayısıyla çoğu online olarak düzenlenen bu etkinlikler için yaşanılan sürecin isimlendirilmesinden, yaşanılan hadiselerin mahiyetine kadar on yıl her şeyi gözden geçirebilmek ve üzerinde düşünebilmek için uzun bir tecrübe birikimi. Ancak bu süre kuşkusuz insanlığın tarihinde çok küçük bir zaman.
Daha Bahar’ın en güzel görünen sıcak günlerinde Devrimin Tunus halkasının liderlerinden, Münsif el-Mazruki’ye, sonradan Cumhurbaşkanı olarak Ankara’yı ziyaretinde bir konuşmasında, devrimin aksayan yönleri soruluyordu. Hiç unutmadığım, tarihsel sosyolojinin çok önemli bir gerçeğine ışık tutan şu ifadeleri olmuştu:
“Devrimi ne zannediyorsunuz? Bir gecede olup biten bir şey mi? Karşısında hiçbir direnişin olmadığı sürtünmesiz bir ortamda cereyan eden tek yönlü bir süreç mi? Sizin devrim kavramını tarihe mal eden Fransız Devrimi’nin kaç on yıl içinde rayına oturduğundan haberiniz var mıdır? Muhtemelen 1789’da olup bitti ve iki devir arasına kesin bir çizgi çizdi sanıyorsunuzdur. Oysa Fransız devrimi her türlü ihanetin, entrikanın, karşı-devrim teşebbüsünün ortasında kanın da oluk gibi aktığı uzun süren bir süreçti.”
Gerçekten de Marx’ı devrimden 60 yıl sonra bile yaşananlara acı acı güldüren, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’ini yazdıran çetrefil bir süreçtir devrim.
Devrim kavramı, yirminci yüzyılın en önemli ideolojik kavramlarından birisi. Son derece yoğun bir mesiyanik anlam yüklenmiş tılsımlı bir kavramdır. Bir defa gerçekleştiğinde bu dünyayla ilgili bütün şikayetlerimizi bir anda bitirecek, koyunu kuzuyla dost edecek, insanlar arasındaki bütün ihtilafları çözecek, fakirliği bitirecek, adaleti tesis edecek bir tılsımlı bir an. Ütopyanın bütün imkansızlığıyla bir gerçeğe dönüşme umudunun adıdır devrim. Varolan durumdan rahatsız olan kitlelerin beklediği bir kurtarıcıdır. Ne kadar laik veya ateist inanç dünyalarıyla iç içe de olsa mehdi-mesih beklentisiyle aynı duygu dünyasına aittir.
Beklenen bir şeydir. Beklenen şey aslında hiçbir zaman beklendiği gibi, beklenen şekliyle gelmeyecektir. İnsan olarak gelecekle ilgili beklentilerimizdedir çoğu zaman sorun. Gelmekte olana yeterince açık olmayışımız, geleceği kendi zamanımızın uhdesinde görme, uhdesinde tutma ısrarımızda…
Arap Baharı beklenendi, ama beklendiği gibi değildi. Beklendiği gibi olmadı. Arap toplumları için, bütün Müslümanlar için ve bir yanıyla da bütün dünya için bütün beklenen her şey gibi bir imtihan oldu. Belki birileri için ne beklendiğini ve ne getirdiğini karşılaştırma imkanı verdi. Beklentiler bazen kendi sınırlarımızı, kendi sıkıntılarımızı oluşturmuyor mu? Asıl devrim belki de beklentilerimizi değiştirmekten geçiyor olmasın?
Arap Baharı’nda bütün devrimlerin darbelerle, karşı-devrimlerle boğulmaya çalışılmış olması, bir çok yerde işlerin devrim-öncesindekinden bile çok daha kötü bir hale gelmiş olması devrimin veya yaşanmış olanın, gelmiş olanın hiçbir işlevinin olmadığı anlamına gelmiyor. İnsanları kapılıp gitmiş oldukları rutinin kurulu düzeninden silkelemiş olması, ebed-müddet gibi görünen statükoların hiç de değişmez ve sarsılmaz olmadığını göstermiş olması başlı başına önemli bir işlevi olmuştur yaşananların.
Gerçekten de Mısır, Suriye ve Yemen’de bugün yaşanmakta olanlar tam da değişim isteyen, kendi iradesine sahip çıkmak isteyen halkları zapt-u rapt altın almak için daha ağır bir istibdat gerektiğini düşünen cahiliyenin uygulamaları. Bu cahiliyede yazık ki, dünyanın en medeni, demokratik ülkeleri ile en ilkel müstebit devletleri adı konulmamış bir ittifak halindeler.
Oysa bir rivayete göre Arap ülkelerinde devrim belki Batı dünyasının beklediği bir şey değildi ama ilk anda çok iyi karşıladığı ama sonra yine kafası karışarak tavrının değişmesine yol açan bir şey olmuştu. Burayı galiba çok iyi anlamak gerekiyor. Batı dünyası Arap Baharı’ndan ne bekliyordu, ne buldu? Beklemediği devrim geldiğinde onu ilk zamanlar kendi anlam ve değerler dünyasının bir yayılmasına benzetti zira. Gençler internet ve sosyal medya kullanarak özgürlük, onur ve ekmek istiyorlardı. Bunlar tanıdıktı, Batılı türden talepler ve batılı türden hareketlerdi. Bu hareketler olsa olsa Batılı dünyanın bir yayılması olarak Batılı insanın milli-aidiyet duygularını coştururdu ancak.
Amma velakin ne olduysa sonradan oldu. O güzelim Devrim, Batı’dan bildiğimiz, tanıdığımız türden değişim hiç anlaşılmayan, ne getireceği bilinmeyen, meçhul bir yöne doğru akmaya başladı. Hem zamanla Devrimin öne çıkan isimleri, profilleri tanıdık olmaktan çıktı. Devrimci diye öne çıkanlar onların “çocuklarına” (their boys) benzemiyorlardı. O andan itibaren hangi araçlarla olursa olsun kontrol altına alınmayı her durumda hak eden riskli bir durum söz konusuydu.
O yüzden Devrim Arap halklarında her neye yol açtıysa, Batılı güç merkezlerinde kendi kendine karşı işleyen bir karşı-devrime dönüştü. Kendi ülkelerinde istedikleri demokrasiyi İslam ülkelerinde aslında hiç de istemediklerini gösterdiler. İslam dünyasında demokrasinin en büyük engelleri arasındaki yerlerini ifşa etmiş oldular.
Mısır’ın 25 Ocak Devrimi’nin 10. yıldönümü münasebetiyle düşündüğüm bu mülahazalarımıza bilahare devam ederiz.