Son zamanlarda Mısır ve Körfez medyasında Türkiye ve Mısır arasında bir süre önce başlamış olan ilişkileri sorgulayan ve ilişkilerin hiç de yolunda gitmediğini ballandıra ballandıra anlatan haberler iyice çoğaldı. Çünkü Körfez medyası zaten baştan beri bu ilişkinin gerçekleşmesi yönündeki en küçük bir ihtimali bile baltalamak için elinden geleni yapıyor. Doğrusu BAE beslemesi Mısır medyasının da görüşmelerin bir aşamasında kısa bir süre için de olsa fazla konuşmamak için kendini fazla bastırmış olduğu anlaşılıyor.
Türkiye-Mısır ilişkilerin yolunda gitmediğini anlatanlar sebep olarak Türkiye’nin bu yakınlaşmanın gerektirdiği şartlara uymuyor olduğundan dem vuruyorlar. Tabii ki daha bu ilk cümlenin ifade ettiği şeyde bir sorun var. Maalesef baştan beri Türkiye-Mısır, hatta Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerine dair Türkiye’den giden iyiniyetli mesajlar Türkiye’nin bütün iddialarından vazgeçmiş ve nihayetinde otokrat Arap rejimlerine teslim olduğu şeklinde yansıtılıyor.
Arap basınına yansıyan bu algının Türkiye’den yeterince izlendiğini ve gerektirdiği siyasetin izlendiğini sanmıyorum. Bu yakınlaşmada Türkiye’nin iyi niyetini ifade etme biçiminde de elbette ciddi sorun var. Bazı ülkelerle, özellikle Mısır ve SA ile yeni ve iyiniyetli bir ilişki düzeyini teklif etmek için yıllardır sürdürülmüş olan ve yüzde yüz ahlaki, insani ve ilkesel tutumdan vazgeçmiş gibi bir görüntü vermek gerekmiyor. Maalesef Arap medyası şu anda bazı dikkatsiz beyanların üzerine atlayarak bu beyanları istediği gibi evirip çevirip yirmi yıldır işlenmiş muhteşem Türkiye imajını tahrif veya tahrip etmenin tadını çıkarıyor.
Özellikle Türkiye’nin Libya’daki varlığının devam ediyor olması, hatta etkinliğini her geçen gün daha da artırıyor olmasını Türkiye’nin kendisinden bu yakınlaşmanın hukukuna riayetsizliğinin bir işareti olarak yansıtıyorlar.
Bir ziyaret için bulunduğu Katar’da katıldığı Aljazeera TV’deki bir programda Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri açıkça Türkiye ile Mısır arasındaki görüşmelerde çözülmesi gereken en önemli ihtilaf konularından birisinin Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığı olduğunu söyledi. Şükri, devamla, Libya’da yabancı savaşçıların tamamen çekilmesi gereği bizzat BM’nin de istediği bir şey olduğunu ve Türkiye’nin bundan muaf olmadığını ve bu varlığın aradaki yakınlaşma veya yeni bir sayfa açma sürecini sekteye uğrattığını da ifade etti.
Aynı mülakatta Türkiye ile ilişkilerde bir yakınlaşmanın olması için Türkiye tarafına iletmiş oldukları şartların yerine gelmesini beklediklerini anlatan Şükri’nin bu şartlardan tam olarak ne beklediklerini kendisi söylemese de Mısır basınına yansıyan ve giderek artan eleştirel söylemden Türkiye’den imkansızın beklendiği anlaşılıyor.
İmkânsız olan herşeyden önce Türkiye’ye sığınmış olan siyasi isimlerin teslim edilmesidir elbet. Daha yeni darbe mağduru siyasilerin üstüne bir de topluca idam kararlarının en keyfi yargılamalarla verilmiş olduğu bir ülkeye siyasi sığınmacıları teslim etmeyi istemek aslında baştan itibaren Türkiye ile samimi bir yakınlaşma ihtimali varsa bile bunu sabote etmektir.
Türkiye’den beklenen başka bir imkânsız da aslında elbette Türkiye’nin Libya’dan askeri varlığını çekmesidir. Böyle bir şey görüşmelerde gerçekten Türkiye’den istenmiş mi, istenmişse Türkiye ne cevap vermiştir? Türkiye Libya’da varlığı uluslararası meşruiyete dayanan tek ülke. Türkiye orada işgalci değil, meşru yönetimin yardım talebi ve davetiyle ve davet ettiği kadar orada.
Şükri, Libya’dan çekilmesi gereken herkesin arasına Aljazeera TV sunucusunun ısrarlı sorusu üzerine tabii ki Mısır’ı da katmak zorunda kalıyor. Ancak zaten fiilen herkesin gördüğü ve anladığı şey Türkiye’nin çekilmesini istemek orada Mısır’ın desteklemekte olduğu darbeci Hafter’in hâkim olmasını istemektir. Doğu’da konuşlu bulunan darbeci Hafter’e istedikleri kadar lojistik, askeri desteği veriyorlar zaten. Libya’ya darbe marifetiyle hâkim olmasının önündeki tek engel Türkiye’nin varlığıdır. Türkiye ile Mısır’ın yakınlaşmasını böyle bir şarta bağlamak bildiğim kadarıyla zaten bu sürecin bir konusu değil.
Ayrıca Türkiye Mısır’la yakınlaşması Türkiye’nin bir mecburiyetinden kaynaklanmıyor ki. Türkiye bütün iyi niyetiyle Mısır’a bir el uzatmıştır. Bu eli uzatmanın anlamı herşeyden önce Mısır tarafından gelmiş olan bazı taleplere verilmiş iyiniyetli bir cevaptır. Yoksa baştan beri söylüyoruz bu yakınlaşma daha ziyade Mısır’ın ihtiyaç duyduğu ve talep ettiği bir şeydir.
Ancak kendi kamuoylarını uyutmak için sanki Türkiye’nin Mısır’a mecbur olduğu yönünde verilen algı herşeyden önce kurnazca bir siyasettir. Bu kurnazlığın Körfez’deki müttefiklerine bu ilişki ihtimalini bir pazarlık kozu olarak kullanma boyutu da var elbet. Daha fazlası, bu algı oyunundan Sisi tarz-ı siyasetinin çok daha büyük kazançlar üretme ihtimali de mevcut.
Bu siyasetin sınırlarını bu vesileyle biraz netleştirmekte fayda var.
Birincisi, bir konuda anlaşmak, her konuda anlaşmayı gerektirmiyor. Türkiye ABD, Rusya, İran hatta İsrail ile birçok konuda çok derin ihtilaflar yaşıyor ama bunlarla başka bazı konularda da ortak çıkarlarının gerektirdiği iletişimi sürdürüyorlar. Aynı düzey bir ilişkinin Mısır’la da olmaması için bir sebep yok.
İkincisi, Türkiye bu ilişkileri yeniden tesis etme konusunda sergilediği iyi niyet bir yenilgi veya teslimiyet beyanı değil ve şimdiye kadar sergilediği ahlaki-insani siyasetlerden vazgeçmesini gerektirmiyor.
Üçüncüsü, Türkiye Libya’da bulunan tem meşru varlıktır ve bunu sorgulamak Mısır’a düşmez. Mısır’ın Libya üzerinde Türkiye’nin varlığını sorgulamasına yetecek bir hakkı yoktur. Orada darbeci ve insanlık suçu işlediği kanıtlanmış Hafter’e verdiği destekle zaten konuşma hakkını tamamen kaybetmiş durumdadır.
Türkiye’nin Libya’daki varlığı bir işgal değil, istikrarsızlık veya parçalama sebebi değil, bilakis Libya’yı Libyalılara bırakacak bir kardeşlerle dayanışma varlığıdır.