Kılıçdaroğlu ile Esed arasında nasıl bir bağ var?


 

Cehalet öğretilebilen bir şeydir. Eğitim yoluyla, telkin yoluyla, cahili değer ve inançlar başka insanlara aktarılır. Çok paradoksal gibi görünse de eğitim her zaman olumlu değerleri aşılamıyor, bazen toplumda var olan cahilce kabullerin insanlara, nesillere aktarılması şeklinde işliyor. O yüzden eğitim cehaleti gidermez aksine bazen daha da pekiştirir duygusunun zaman zaman oluşması bu yüzdendir. Bazı durumlarda eğitim seviyesinin artışıyla bazı ırkçı, ayırımcı, bencil, etnosentrik hatta anti-demokratik tutum ve değerlerin de tespit edilmesi paradoks gibi görünür ama değil. Eğitimin insana bir imtiyaz kazandırdığını düşünenler, eğitim yoluyla kendilerini başka insanlardan daha üstün görmenin de duygusal tutumlarını da benimsemeye başlar ve aldıkları eğitim onları fersah fersah bilgelikten daha da uzaklaştırır.

Olumsuz değerleri yayma konusunda yine de politikacıların daha büyük sorumlulukları oluyor. Irkçılık insanlığın en cahili tutumudur. Kendini başkalarıyla kıyaslayarak üstünlük vehmetmek veya iddia etmek, bir bireysel cahiliye türü olarak kalsa tedbiri nispeten kolaydır. Ancak bunu bir politikacı bir siyasi söyleme dönüştürdüğünde bu son derece tehlikeli bir hal alır.

Kılıçdaroğlu’nun sözümona “sosyal demokrat” partisi kendisine aslında ırkçılığa karşı önemli bir felsefi-entelektüel donanım sağlıyor olmalı. Olmalı diyoruz, çünkü dünyada sosyal demokrat partilerin en büyük iddiaları ırkçılığa karşı olmalarıdır. Hatta her yerde mülteci karşıtı söylemlere karşı mültecileri savunan siyasetleri üretmek de sosyal demokrat partilerin asli misyonlarıdır.

Ama Türkiye’de maalesef Kılıçdaroğlu partisini mülteciler üzerinden ırkçı söylem ve tutumlar üreten bir merkez haline getirmiş durumda. Suriyelileri ülkelerine göndermek üzerinden Suriyeli göçmen sorununu çözeceğini vaat ediyor. Bu vaadin eninde sonunda bir Suriyeli düşmanlığına bir ırkçılığa hizmet ettiğinin farkında bile değil.

Irkçılık gibi bir cehalete düşmüş olanın buraya nereden düştüğünü bilmesini bekleyemeyiz elbet. Evet Mülteci karşıtı söylem de ister mülteci sorununu başka türlü çözeceği iddiasıyla ortaya çıksın, bir Suriyeli düşmanlığı söylemine hizmet eder ve kendinizi ırkçılık çukurunun dibinde bulmanızı sağlar.

Suriyeli mültecilerle ilgili söylediklerini sorsan ırkçılıkla alakası yok. O sadece Suriyelilerin evlerine rahatça dönebilmeleri için Suriye’deki durumu düzelteceğini, düzeltince de buradaki Suriyelilerin evlerine dönmeleri için bir sorun kalmayacağını söylüyor. İyi de şu Suriye rejiminin ülke dışına kaçırttığı 12-14 milyon insanın tamamının bu rejime güvenmesini sağlayacak bir değişimi katil Esad’a nasıl telkin edebilecek Kılıçdaroğlu? Bu nasıl bir özgüven. Esad ile aralarında kimsenin bilmediği çok özel bir hiyerarşik ilişki mi var?

Varsa hiç beklemesin iktidara gelmeyi, Esad’ın şu anda hapishanelerinde sürekli sistematik işkence altında tuttuğu yüzbinlerce kayıtsız, hesapsız masum insanı serbest bırakmasını sağlasın.

Esad’ın mevcut zulmünü devam ettirmesi Türkiye’deki bir siyasi iktidarın değişimine mi bağlıdır? Neden 12 milyon göç etmiş Suriyelinin hepsi Türkiye’de değil bir kısmı Lübnan’da, Ürdün’de, Irak, Almanya ve Avrupa’nın başka yerlerinde veya Suriye’nin içinde oluşmuş rejimin kontrolünün dışında ABD veya Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelere sığınıyor?

Kılıçdaroğlu gerçeklik aleminden ya çok kopuk ya da bilerek gerçekleri çarpıtarak toplumu kışkırtarak oradan oy devşirmeyi hesaplıyor. Oy devşirilecek en batak yere saplanıyor böylece: mülteci karşıtlığını kışkırtarak ırkçılığı besliyor.

Esasen Türkiye mülteci akışını durdurmak için çözümü baştan beri söylüyordu ve kimse kulak vermeyince bilfiil devreye girerek çözümünü uyguladı. Çözüm ya Suriye halkının güvenini tamamen kaybetmiş, insanlarda korku ve dehşetten başka bir duygu üretmeyen Esad’ın gitmesi veya bu yapılamıyorsa onun ölüm makinasından kaçanlar için Suriye içinde güvenli bir alan oluşturulması. Bu daha önce yapılmış olsaydı Suriye’den ne Türkiye’ye ne de Avrupa’ya o kadar göçmen akını olmayacaktı. Türkiye 2016 yılından sonra Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları yaparak bir ölçüde uygulamaya koyduğu andan itibaren göç kapısını zorlayacak en az 6 milyon daha Suriyeliyi Suriye’de tutmuş oldu.

Türkiye’nin mülteci sorununa karşı çözümü mülteci dalgalarını durdurmak şeklinde hayata geçti bile. Ama gelmiş olanların, ülkelerine döndüklerinde kendilerini ölümden başka bir şeyin beklemediği bir yere mülteci göndermeyi kabul edecek bir vicdan yok. Bunu söyleyenlerin, siyasetini güdenlerin, söylemini üretenlerin belli ki vicdanları kurumuş.

Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde Suriye için İnsan Hakları Örgütünün yayınladığı raporda o gün itibariyle tespit edilmiş olarak Suriye zindanlarında 10 bine yakın kadının sadece bir yakınlarının muhalif ve aranan durumunda olduğu gerekçesiyle rehin olarak tutuklu olduğu kaydediliyor. Bu kadınların özellikle maruz kaldıkları işkenceler bir yana istismarlar üzerine insanı insanlığından utandıran sayısız haberler var.

Halihazırda Suriye zindanlarına girip kendilerinden haber alınamamış, alınamayan yüzbinlerce insan var. Girenlerin başına neler gelmiş olabileceğini tahmin etmek isteyenler bundan 6 yıl önce “Sezar” kod adlı bir rejim askeri tarafından ortaya çıkarılan işkenceyle öldürülmüş 11 bin tutukluya ait 55 bin fotoğraf arşivini hatırlayabilir. Cesetleri bir deri bir kemik kalmış 11 bin insanın nasıl bir işkenceden geçerek bu ölüm yolculuğuna gönderildiğini tahayyül edebiliyor musunuz? Üstelik bunlar sadece 2016 yılına kadar hasbelkader fotoğrafları dışarıya sızmış olan tutuklu katliamları. Gözaltına alındıktan sonra kendisinden haber alınamamış yüzbinlerce insan var ve bunların hikayeleri doğrudan yaşam tecrübesi olarak Suriye’den kaçmış milyonlarca insanın her birinin tek tek hayatlarının kâbusu. Şimdi Kılıçdaroğlu, söylemleriyle bu kâbusu tekrar canlandırmaktan politik kâr umuyor.

 

 
Whatsapp