Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında, Filistin’in El Halil şehrindeki en lüks ve temiz konaklama tesisi, eşraftan Kavâsmî ailesine aitti: Park Hotel. Arapların yanı sıra Batılı turistlerin de tercih ettiği otelde, özellikle yaz mevsimlerinde Ürdünlü zenginlere çok sık tesadüf edilirdi. El Halil’in kuru ve temiz havası, yazın sıcağından ve neminden kaçmak isteyenlere sığınak olurdu. Bazı Ürdünlüler, bütün yazı bölgede geçirir ve bu süre boyunca Park Hotel’de konaklardı.
1967’deki Altı Gün Savaşı’yla birlikte bütün Batı Şeria’nın -ve bu arada El Halil’in de- İsrail tarafından işgal edilmesi, Park Hotel’e ziyaretçi akınını bıçak gibi kesmişti. Otelin sahibi Fahd Kavâsmî ve ailesi, bir anda büyük bir ekonomik darboğaza sürüklenmişti. Otele yaptıkları harcamalar ve rezervasyon iptalleri sebebiyle borç yükü altındaydılar.
İşgalden yaklaşık 10 ay sonra, 12 Nisan 1968 günü, İsviçreli kalabalık bir turist kafilesi otelin lobisine giriş yaptığında, resepsiyonda umutsuzca vakit öldüren görevliler gözlerine inanamamıştı. Kadın-erkek, çoluk-çocuk, sayıları 60 civarındaydı. Valizleri, kocaman sandıkları, hatta merdaneli çamaşır makineleriyle lobiye güçlükle sığmışlardı. Vaziyette bir gariplik olduğu kesindi, ama uzun ve ayrıntılı bir soruşturma için Park Hotel’in sahiplerinin ne isteği, ne de vakti vardı.
Otelde tüm bu insanların hepsini alacak yeterli oda bulunmuyordu. Kadın ve çocuklar odaları paylaştılar, erkeklerse lobiye ve koridorlara serdikleri yataklarda uyumaya hazırlandılar. Kavâsmî’lerin gözleri dehşet ve merakla açılmıştı. Nitekim gerçek kısa bir süre sonra anlaşıldı: Kendilerine “İsviçreli turist” süsü veren bu kalabalık, aslında Moşe Levinger isimli hahamın önderliğindeki bir Yahudi grubuydu. Kudüs ve El Halil bölgesinden sorumlu İsrailli General Uzi Narkiss’ten, Hamursuz Bayramı’nı El Halil’de geçirmek üzere izin almışlardı. General Narkiss’in izni, şehirde sadece bir gün kalmakla sınırlıydı. Ancak yanlarında getirdikleri eşyalar, bu ikametin oldukça uzun süreceğini gösteriyordu.
13 Nisan günü bir açıklama yapan Haham Moşe Levinger, şehirden ayrılmaya niyetlerinin olmadığını, bundan sonra burada yaşayacaklarını duyurdu. Yahudileri otelinden çıkarmayı başaramayan Fahd Kavâsmî, durumu Belediye Başkanı Muhammed Câbirî’ye bildirdi. İsrail Başbakanı Levi Eşkol’e mektup yazarak şehirdeki gerginliği aktaran Câbirî’nin çabaları herhangi bir sonuç vermedi. İsrail hükümeti, El Halil’de yaşananlara gözünü yumuyor, Moşe Levinger’e el altından destek veriyordu.
Haftalarca süren gerilim ve tartışmaların ardından, Levinger ve beraberindekiler, El Halil şehir merkezine yakın bir askerî tesise yerleştirildiler. El Halil’de kalıcı bir Yahudi yerleşimine giden yol böylece açılıyordu. Moşe Levinger’in ordudan kopardığı bu izin, 1970’de El Halil’deki ilk Yahudi yerleşkesi Kiryat Arba’nın doğuşuyla neticelenecekti. Ertesi yıl 250 konutun inşasıyla beraber, Kiryat Arba’daki yerleşimci sayısı da hızla artacaktı.
Moşe Levinger’in New York doğumlu eşi Miriam, beraberinde bir grup fanatik Siyonist kadınla birlikte, 1979’da El Halil’in merkezindeki bir binayı işgal ederek oraya yerleşecek, bu durum şehirdeki gerilimin tırmanmasına yol açacaktı. 2 Mayıs 1980’de altı Yahudi öğrencinin Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından öldürülmesi ise, Miriam Levinger’in el koyduğu binanın işgalcilerin mülkiyetine geçmesine ve bu oldubittinin İsrail tarafından tanınmasına neden olacaktı.
Moşe Levinger 2015’te, karısı Miriam da 2020’de El Halil’de öldüler. Ancak başlattıkları ve sonraki Siyonist kuşaklara miras olarak bıraktıkları terör sarmalı, bugün sadece Filistin’i ve Filistinlileri değil, aynı zamanda İsrail’i de tehdit ediyor.
Batı Şeria’da şu anda 500 bin dolayında Yahudi yerleşimci yaşıyor. Eldeki resmî istatistikler, 2010’dan bu yana sadece Batı Şeria’daki yerleşimci nüfusun yüzde 42 artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Adeta kanser hücreleri gibi adım adım yayılan ve işgali yaygınlaştıran yerleşim politikası, İsrail’in yakın gelecekteki en büyük baş belalarından biri olmaya doğru ilerliyor. Dizginlenemeyen, memnun edilemeyen, kontrol altına alınamayan azgın bir kitle, her yere saldırarak ve öfke saçarak, İsrail’in sosyal bünyesindeki çürümeyi derinleştiriyor. Uluslararası camiada herkesin gördüğü, ama açıkça dile getirmekten çekindiği bir hakikat bu.
İsrail’in serüvenini yazacak olan geleceğin tarihçileri, çöküşü hızlandıran etkenler listesinin ilk sırasına Yahudi yerleşimcileri yerleştirecek.