İnsanlar farklıdır. İnançlarında, fikirlerinde, amaçlarında, zevklerinde, alışkanlıklarında ve tepkilerinde. Bu, birey ve grup olarak insanın doğasıdır. Bu hep öyleydi ve yeryüzünde hayat sona erene kadar da öyle kalacak. Tek renge boyanamazlar, kişilikleri ve toplulukları kopyalanamaz. Her insanı diğer insanlardan ayıran kendi parmak izi ve göz izi vardır. Her insanın, onu diğer kişiliklerden ayıran kişisel bir izi vardır. Her toplumun, onu diğer toplumlardan ayıran kendi gelenekleri, ahlakları, değerleri, inançları ve davranışları vardır.
İnsanları tek bir kalıba sokmak ve onları bireyler veya toplumlar olarak klonlamak gerekmez. Daha ziyade, farklılıkların varlığı ve tüm tarafların kabulü ile aralarında bir arada yaşamanın formülünü bulmak, bireyler ve toplumlar arasındaki sınırları ve mahremiyet alanını belirleyen, mahremiyet alanını tanımlayan yasalar oluşturmaktır. İhlal eden kişinin özgürlüğünü kısıtlanabilir veya sınırlanabilir. İstenilen şey, tüm taraflara başkalarının mahremiyetini, inançlarını ve haklarını ihlal etmeden kendi mahremiyetlerini, inançlarını ve geleneklerini uygulayabilmeleri için yeterli alan sağlayan adil bir sistemdir.
Beni bu konuşmaya iten şey, son zamanlarda Tevhid inancına dayalı üç dini tek bir dinde birleştirme girişimi hakkında tekrarlanan tartışmadır. Dışarıdan, masum ve insani görünen, ancak derinliklerinde mayınları gizleyen, patlamasıyla- basit bir kıvılcımla– ortada hiçbir şey bırakmayacak dini savaşlara götürebilecek bir fikir.
Başta, dinleri bütünleştirme girişiminin, dini veya insani değil, siyasi amaçlara hizmet eden ve sosyal boyutu olan belirli bir siyasi gerçekliğe ulaşmayı amaçlayan genel bir stratejinin içine giren siyasi bir adım olduğuna karar vermeliyiz.
Günümüz dinleri arasındaki (yani zamanın, tahrif edilmenin, değişimin ve birikimin neden olduğu gibi) birleşmelerini olanaksız kılan yapısal farklılıkların yanı sıra entegrasyon sürecine yönelen siyasetin eli, bu sürecin amacına yönelik şüphe ekmektedir. Çünkü çıkar ve gündem rüzgarlarının yönüne göre rengini, tenini ve söylemini değiştiren siyasetin aksine dinde renk solması ve ten değişikliği olmaz.
Dini olarak bir hareketlenmenin ince çizgisi maslahatı gereği Ahlakı ikame etmek ve değerleri korumak için vardır. Ancak Siyasi hareketlenmenin ince çizgisi maslahatı gereği menfaattir.Bu ince çizgide bazen Ahlak ve değerler yok olmaktadır
Gerçek (ahlaki) dinin siyasete yakınlığı ve üzerindeki hâkimiyeti, siyasete, onun yolsuzluğa, zulme, zorbalığa, vahşete, bozulmaya ve baskıya teslim olmasını engelleyen ahlaki prensipler koyması anlamına gelir. Siyasetin dine yakınlaşması, kararlarının alınması, etmesi dinin bütün alanlarını kontrol etmesi, dini satılabilir, satın alınabilir ve müzakere edilebilir bir meta haline getirmek, dini ahlaki içeriğinden yavaş yavaş boşaltmak, otoriter siyaset uygulamalarını yasalaştırmak , ve insanları adaletsizliği ve yolsuzluğu kabul etmeye zorlamaktır. Din, siyaseti ıslah eder ve insanileştirir; siyaset ise dini sömürür ve onunla ticaret yapar.
Müslümanlar olarak dinen en güçlü, siyaseten en zayıf biziz. Başkalarıyla sorunumuz siyasidir, dini değil. Bizim sorunumuz, ülkemizi sömürgeleştirmeleri, zenginliğimizi yağmalamaları ve kalkınmamıza engel olmalarıdır. Sosyal bütünleşmeden ve siyasi, ekonomik ve teknik durgunluğa rağmen bizi medeni rekabet döngüsüne geri getirecek yeni bir kalkınma olasılığına dair sürekli iyimserlikten siyaset değil din sorumludur. Tartışmalı bir şekilde entegrasyon uygulanabilirse, toplumlarımız uyumlarını kaybedecek ve bir parçalanma, çürüme ve kimlik kaybı durumuna yöneleceklerdir. Tiranlık, zorbalık ve sömürgecilik karşısında isyan ve devrim yeteneğini kaybedecektir. Onu uykusundan uyandırmaya muktedir olan ruhunu kaybedecek. Bilimsel ve askeri ilerleme araçlarıyla telafi edilmeden. Değerlerimizin ve dinimizin yerini hiçbir şey tutamaz.
Gerçek dini değerlerde sebat, başkalarının değerlerini reddetmek, onlara saldırmak veya onları küçümsemek anlamına gelmez. Her toplumun kendine has değerleri vardır ve dinde zorlama yoktur. Aksine, kimliğimizi korumak ve başkalarının dinimizi ve değerlerimizi ihlal etmesine ve medeni kişiliğimizin özelliklerini silmesine izin vermemek anlamına gelir, özellikle diğer taraf kimliğimize tuzak kurma ve düşmanlık gösterdiği durumlarda, aradığımız şey, farklılığın kabulüne dayalı bir birlikte yaşama halidir. Beni olduğum gibi kabul et, ben de seni olduğun gibi kabul edeyim. Ama kimliğimi kaybetmenin ve karakterimin bozulmasının, senin benimle ittifakının ve kabulünün bedeli olmasına razı olmayacağım.
İslam, beden ve ruhun gereksinimleri arasında bir denge sağlayan eksiksiz bir yöntem sunmayı nitelikli kılan yapısal özelliklere sahip tek dindir. Evren hakkında makul bir görüş sunan, varoluşsal soruları yanıtlayan, birey ve toplum için eksiksiz bir yaşam biçimi sağlayan tek dindir. İlerlemenin araçlarını ve medeniyete dâhil olma koşullarını sağlamak için gereken esnekliğe ve özgül mukavemete sahiptir. Aynı zamanda değerleri, ahlakı ve kimliği bozulmadan veya değersizleşmekten korur. Bunun için gerçeklikten kopmadan içsel huzur ve güven arayanları kucaklamaya ve ilkelerine uyan gerçek bir çekim çekirdeği oluşturur.
Dinimiz, gücümüzün kalanı ve potansiyel enerjimizin kaynağıdır ve onu ülkemizde önemli bir zafiyet oluşturan siyaset alanına sürükleme girişimi, medeniyet rekabeti savaşında son güçlü araçlarımızı ortadan kaldırma girişimidir.