Yaşadığımız çağdaki teknolojik gelişmelerle ortaya çıkan dijital pratikler, dijitalleşmeyi hayatın hemen hemen her alanını kapsayan bir olgu haline getirdi. Mikro düzeyde bir bireyin günlük hayatından başlayarak makro düzeyde uluslararası ilişkilere kadar varan geniş bir yelpazeye sahip olan dijitalleşme, insan aklının bir uzantısı olarak, insanlığa ciddi katkılar sunma potansiyeline sahip bir gelişme olarak karşımızda durmaktadır.
Dijitalleşmeyle birlikte insan ilişkilerinin yanı sıra insan-nesne ilişkisi de yeniden tanımlanmakta ve adeta yeni bir ilişki zemini ortaya çıkmaktadır. Bu ilişki düzlemi, her şeyin yeniden anlaşılmasını veya ona yeni anlamlar yüklenmesini zorunlu hale getirmiş, toplumsal mekân mefhumu boyut değiştirmiş ve mekânlar artık dijital dünya ile anılmaya başlamıştır.
Bilgi okur-yazarlığı ve bilginin yaygınlaşması, matbaanın icadı ile temel bir dönüşüm yaşamıştı. Dijital gelişmeler bilginin merkezini, kitabın ve kütüphanenin duvarlarının dışına taşımıştır. Sadece bilgiye dair pratikler değil aynı zamanda yönetişim alanındaki uygulamalar da değişime uğramıştır. “Matbaa insanlara okumayı öğretti, internet ise yazmayı” diyor Julian Assange. Kodlarla, yazılımlarla, uygulamaların alt yapılarıyla devrimlerden devrimlere şahitlik ediyoruz.
Bu süreçte pek çok meslek dönüşüme uğramış, bazı meslekler de ortadan kalkmaya başlamıştır. Yakın gelecekte yaklaşık 200 milyon insanın mesleği, dijital dönüşümle birlikte yeni normlara sahip olacak veya yeni alanlara taşınacaktır. İnternet bankacılığının gelişmesiyle beraber banka şubelerinin önemli bir kısmının kapanması öngörülmektedir. Kitap ve basın-yayın sektörü de dijital dönüşümden etkilenmeye başlamış ve gelecekte daha az basılı ve daha çok dijital bir yayıncılık sektörünün ortaya çıkması kaçınılmaz görünmektedir. Artık kitap okuma yerine kitap dinleme, basılı kitap yerine e-kitap, test kitapları yerine test uygulamaları hayatımızdaki yerini almış durumdadır.
Dijital gelişmelerin konvansiyonel kavram setimizde anlam değişikliğine uğrattığı önemli kavramlardan biri de merkez ve merkeziyet anlayışıdır. Dijitalleşmeyle beraber mekân dışı ve ulus ötesi boyut aynı zamanda merkez düşüncesinin yıkımı anlamına gelmektedir. Zira sosyal ağların ve platformların sunmuş olduğu kozmopolit alan, ulus devlet anlayışının iki asırdan fazladır hâkim olan etkinliğine de farklı bir boyut getirmiştir. Bu süreçte geleneksel toplumsal ve politik zeminlerin köklü bir biçimde değişeceği ve bu değişimin etkilerinin uzun bir süre devam edeceği öngörülmektedir.
1994 yılında fütürolog Hamish Mcrae, şöyle bir öngörüde bulunmuştur: “Gerçekten özgür iletişimin şu üç alanda getireceği sonuçlar ilginç olacaktır: işyeri çoğu kimse için merkezi yer olmaktan çıkacak, evin bazıları için işverenin bulunduğu ülkede bile olması gerekmeyecek ve kişinin dış çevresinde, yani ülkesi, kenti ve sokağında büyük değişiklikler olacaktır.” Üzerinden neredeyse otuz sene geçtikten sonra bu öngörünün büyük ölçüde gerçekleştiği görülmektedir.
Dijitalleşmenin ulus ötesi, mekân dışı ve merkeziyetsizlik niteliğinin kendini sergilediği alanlardan biri de eğitimdir. Özellikle salgın sürecinde eğitimin dijital ortamlarda sürdürülmesi, mekâna bağımlılığı ortadan kaldırmıştır. Bu süreçte artık binası olmayan, eğitimin sürekli yaşandığı çatısız global üniversiteler ortaya çıkmıştır. Üniversiteler, salgın sürecinde hızlı bir şekilde dijitale dönüşerek sınırlarını ve kontenjanlarını ortadan kaldırmıştır. Dünyanın her yerinden insanlar ırkına, dinine ve milliyetine bakılmaksızın bu üniversitelerde eğitim almaya başlamıştır. Dünyada kapalı devre eğitim veren üniversiteler, eğitimlerini açık kaynak olarak tüm insanlığa sunmuştur.
Yapay zekâ, nesnelerin interneti ve siber-fiziksel sistemler ile birlikte sanayi anlayışına yeni bir kapı aralayan “Endüstri 4.0” devriminin ardından Japonya’da, süper akıllı toplum felsefesi üzerine inşa edilen “Toplum 5.0” kavramı gündeme gelmiştir.
Yakın zamanda bir suikastte hayatını kaybeden Japonya eski Başbakanı Shinzo Abe, teknolojinin toplumlar tarafından bir tehdit değil bir yardımcı olarak algılanması gerektiğini belirterek, “Bugün daha önce çözemediğimiz sorunlara çözüm bulabildiğimiz insanlık tarihinin beşinci bölümünün açılışına tanık oluyoruz. Her şeyin birbirine bağlı olduğu ve tüm teknolojilerin bütünleştiği bu çağ, Toplum 5.0 çağıdır” diyerek bu yeni toplum modelini haber vermiştir.
Sosyolojik gelişimi beş evreye ayıran bu anlayışa göre toplumlar avcı-toplayıcı toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu ve nihayetinde süper akıllı toplum (Toplum 5.0) olarak sıralanmaktadır. Buna göre bireylerin gereksinimlerini ihtiyaç duyduğu miktarda ve ihtiyaç duyduğu anda temin edebilmesi, tüm bireylerin yüksek kalitede hizmet alabilmesi, insanların fıtri farklılıklarına izin veren müreffeh bir hayat yaşayabilecekleri bir sistem tasavvuru, Shinzo Abe tarafından gündeme getirilen süper akıllı toplumun nitelikleri arasında sayılmaktadır. Ayrıca Toplum 5.0, insan ve toplumun merkeze alındığı, daha önce gelişen teknoloji ve bağlı nesnelerin insanlık yararına yönlendirildiği, yeni ve akıllı bir toplumsal dönüşüme vurgu yapmaktadır.
Yine Toplum 5.0’da bilgi toplumu ile elde edilen büyük veriler, insanlığın yaşam kalitesini hedefleyen geri bildirimler sağlayarak faydalar üretir hale gelmektedir. Burada altı çizilen temel felsefe ise, teknolojik gelişmelerin daha iyi bir gelecek için kolektif bir inşa-üretim süreci fırsatı oluşturmasıdır.
Elbette ki bir sistemin oluşturulması/yerleşmesi için belli bir hazırbulunuşluk ve olgunluk seviyesine ihtiyaç duyulmaktadır. Toplum 5.0’ın geliştirilebilmesi için hukuk sistemindeki eksikler, nesnelerin dijitalleşmesindeki bilimsel boşluklar, kalifiye personel eksikliği, sosyo-politik önyargılar ve toplumsal direnç gibi birtakım engellerin aşılması gerekmektedir. Ayrıca Toplum 5.0’ın temel mottosunun teknoloji destekli toplumsal dönüşüm olması dolayısıyla teknolojik gelişmişliğin insan ve toplum odaklı hale gelmesi gerekmektedir. Bu durum zihinsel değişim ve dönüşümü de beraberinde getirmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki kamu kurumları ve özel sektör, dijitalleşmeyi ve dijital dönüşümü ciddi bir şekilde kendi gündemlerine almış durumdadır. Sivil toplumun dışında kalan neredeyse bütün kurumlar bu yeni duruma ciddi yatırımlar yapmaktadır. Avrupa Birliği 2020 yılında sadece dijital dönüşümün Ar-Ge merkezini kurmak için 6 milyar euroluk bütçe ayırmıştır.
Dünyada birçok kurumun dijital olarak dönüştüğü bir ortamda sivil toplumun değişmemesi veya bu süreçten etkilenmemesi mümkün değildir. Zira sivil toplum kuruluşları; geliştirdikleri stratejilerle etkin bir gönüllülük birimi kurarak gönüllülerini motive etmek, gönüllülüğü sürdürülebilir hale getirmek ve bu süreçleri izlemek ve raporlamak zorundadır. Güncel teknolojik yenilikleri içeren, tüm faaliyetleri ve istatistikleri raporlama yeteneklerine sahip bir “gönüllü planlama sistemi”, sivil toplum kuruluşları için son derece önemlidir. STK’ların insan kaynakları yönetiminde gönüllülerden etkin ve verimli bir biçimde istifade etmeleri; gönüllü katılımını, yönetimini, görevlendirmesini, iş analizini, çalışma saatlerinin takibini ve yönetim süreçlerini kolaylaştırmaktadır. İnsan kaynakları yönetimindeki verimliliği artırmanın bir başka yolu da iş gücüne dayalı yaklaşımlar yerine dijitalleşmiş sistemler üzerinden süreç yönetimidir.
İyi bir örnek olarak Türkiye Kızılay Derneği’nin dijitalleştirdiği gönüllü planlama sisteminin (gonulluol.org) içerdiği teknolojik yenilikler sayesinde, gönüllü planlama süreçlerini başarılı bir şekilde yönettiği ve gönüllü planlamasında olumlu bir ivme yakaladığı gözlenmektedir. Derneğin, henüz yolun başında olmasına rağmen, gönüllülerin kuruma katılımından beklenen olumlu etkiye yüzde seksen oranında ulaştığı görülmüştür.
Dijitalleşme süreci, gönüllü yönetiminde kurumsal imaj ve algıya, gönüllülerin kuruma bağlılıklarına, faaliyetlere katılma süreçlerine, gönüllü görevlere erişimlerine, gönüllülerin insan kaynakları süreçlerinin yönetimine, nitelikli gönüllülere ulaşmaya, gönüllü motivasyonuna, iş planlamalarına, zaman yönetimine, maddi kaynakların etkin kullanımına, gönüllü değerlendirme mekanizmalarına etki etmekte, ödüllendirme ve raporlama süreçleri dâhil pek çok işlemin yürütülmesinde kolaylık sağlamaktadır.
Toplumsal sorunların çözümünde bireylerin gönüllü katılımı ve duyarlılığı önemli olmakla birlikte söz konusu süreçte dijitalleşmenin imkânlarından faydalanmak da göz ardı edilemeyecek fırsatlar sunmaktadır. Toplumda gönüllülük kültürünün geliştirilmesinde STK’ların ilgili birimlerinin yanı sıra gönüllü planlama sistemlerinin varlığı da gerekir. Gönüllülük ve dijitalleşme, birbirini besleyerek büyüten bir ilişkiye sahiptir ve bu nedenle gönüllü planlama sistemlerinin daha fazla yatırım yapılması gereken bir alan olduğu açıktır.
Dijital dönüşümü STK’lar açısından zorunlu kılan diğer bir nokta ise STK’ların faaliyet yürütürken aynı zamanda muazzam bir veri (data) üretmesidir. Bu veriyi nasıl kullanacağı ve bundan nasıl sonuçlar çıkarması gerektiği konusunda dijital dönüşüm, STK’lar için önemli bir imkândır. Çünkü bu veriyi yani “big data”yı yönetmek için insan gücünün ötesinde bir mekanizmaya ihtiyaç var. Ya çok büyük bir insan kitlesini harekete geçirmek ya da dijital ortamda, çeşitli otomasyonlarla bu işi halletmek gerekir. İlki imkânsız olduğu için dijital dönüşüm kaçınılmaz bir zorunluluktur.
TURGAY ALDEMİR
Türk Düşünür – Yazar