Meşhur tarihi hikâyede, Rasulullah (sa) Romalıların Kralı Herakleios’a bir mesaj gönderdiğinde, o zamanlar dinin en azılı düşmanı Ebu Süfyan komutanlığındaki Mekke’den Şam bölgesine uzanan bir ticaret kervanı vardı. Herakleios, Mekke heyetinin reislerini toplayarak Rasulullah (sav)’ın en yakın akrabalarına yeni din hakkında bilgi edinmek için bir dizi soru sordu. O sorulardan biri şöyleydi: Bu dini soylular mı yoksa zayıflar mı takip edecek?
Ebu Süfyan şöyle cevapladı: Bilakis, onlar zayıflardır. Herakleios: Onlar peygamberlere tabidir.
Tüm diyalog derin ve güzel olmasına ve önemli çağrışımlar taşımasına rağmen, bu soru-cevap beni durdurdu. Ancak bu noktanın kalbimde özel bir yeri var. Çünkü belki de felsefe anlayışım dinin özü ve hedefleri ile örtüşüyor. Dinin özü, en büyük amacı ve odak noktası, toplumu inşa etmek ve ilerletmek adına mazlumları desteklemek, mazlumların haklarını iade etmek, kendilerine olan güvenlerini ve dindeki farkındalığını yeniden kazanacak şekilde toplumun geri kalanı arasında eşitliği sağlamak etrafında dönmektedir.
İslam dininin özü ahlak ve adalet üzerine kuruludur. Bu onun gücünün ve yayılmasının sırrıdır. İslam, zayıflara benlik duygularını geri verir, gizli enerjilerini kışkırtır, güçlülerin, zenginlerin ve zorbaların egemenliği nedeniyle çalınan itibarlarını korur. Bu nedenle çağrının başındaki tabilerin çoğu, zayıflardan, mazlumlardan, mal sahiplerinin hırsı ile iktidardakilerin kibirleri arasında kaybolan insanlık onurunu arayanlardı.
İslam, toplum üyeleri arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemek için geldi. İslam toplumunda bireyin önemi, başkalarına yardım etme yeteneğinden(insanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır) ve başkalarıyla ahlaki davranışları kontrol etmekten kaynaklanmaktadır. (Kıyamet günü bana en yakın olan güzel ahlaka sahip olandır).
Rasulî dininin çatısı altında zengin olmanın ya da eski bir kabileden olmanın, renginizin, ırkınızın, mesleğiniz veya soyunuzun artık bir önemi yoktu. Değeriniz, bu dinin ilke ve (insanlık, evrensellik ve ahlaki) değerlerine olan yakınlığınıza, samimiyetinize ve onun için fedakârlık yapmaya hazır olmanıza bağlıdır. İslam, coğrafi, fikrî, sosyal ve ırksal sınırları aşmayı başararak, kendisini insanların esaretinden kurtarıp, insana değerini vermek, varlığını garanti altına almak için gelen küresel bir din olarak kendini sunmayı başarmıştır. Çoğu ulusun kibirli kesimleri arasında var olan ırkçı fikirler ve fanatizm için en ufak bir kaygı duymadan haklarını ve onurlarını korumayı başarmıştır.
İslam, insanlar arasındaki farklılaşmanın ölçüsünü iyilik ve hayırda yarışmayla belirleyip, toplumun geri kalanına ahlak temelinde muamele eden metinleri ve pratik uygulamalarıyla zayıfları ve mazlumları kendine çekmeyi başarmıştır. (İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir). Sadece bu da değil; İslamî açıdan kendilerine hiçbir yardımcı bulamayan mazlumları savunmak için kendinizi, istikrarınızı ve bazen de ülkenizi riske atmanız gerekiyor. Cenab-ı Hak Nisa suresi 75. ayette şöyle buyurmuştur: “Size ne oluyor ki, Allah yolunda, ayrıca, baskı altına alınıp çaresiz bırakılarak: ‘Rabbimiz! Ahâlisi zâlim olan şu memleketten bizi kurtar. Bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diye yalvarıp duran zavallı erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz.”
İslam, İslam öncesi değerlerin, yasaların ve ittifakların birçoğunu terk etti. Ancak bu değerlerin içinde iyi olanı ve İslam’ın değerlerine uygun olana mani olmadı. Bu insanın hakkını ve haysiyetini korumak için yapılan bir hizmetti. Bu nedenle Rasulullah (sav) Kureyş’in ileri gelenlerinin “ hakkı kendisine ödeninceye kadar zalime karşı mazlumun tek eli olmak üzere Allah ile akidleşin” esasına dayanan Hilfu’l-Fudul teşkilatını kurdu. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Abdullah b. Cedân’ın evinde kızıl deve sahibi olmak istediğime ve onunla birlikte İslam’a davet edilirsem davete icabet edeceğime yemin ettim”
İslam’ın bedeline nüfus eden o ruh, İslam dininin özünü ve temelini oluşturan bu değerler uğrunda, bu din her geçen gün genişlemekte ve dünyanın geniş bölgelerine yayılmaktadır. Bununla birlikte her türlü komplo ve planlara rağmen tarihi ve stratejik düşmanların ilkesi, İslam’ı boğmak, kuşatmak ve imajını zedelemeye çalışmaktır. İslam düşmanları ona tuzak kursunlar hesaplarını hazırlasınlar diye şaşkınlara ışık, mazlumlara sığınak ve zayıflara din adamı olarak kalacaktır. Bu din yeryüzünde adalet, zayıf olana yardımcı ve aşağılanmış olana kaybettiği haysiyetini aradığı müddetçe bu din devam edecektir.
Dr. Mutaz Muhammed Zain
Suriyeli yazar ve doktor