Dijitalleşme ve dijital dönüşüme bakış açımız bir yandan bu alanla olan iletişimimizi de şekillendirecektir. Zira tabiat, varlık, eşya ve teknoloji, insanın değerli, onurlu ve saygın bir hayat sürmesi için vardır. Bu yüzden Tolstoy’un, evrenle ilişkisi olan, duyarlı ve düşünen bir varlık olarak tanımladığı insanın teknolojinin hizmetindeki bir nesne değil, teknolojiyi bir araç olarak kullanan özne olması anlayışı, konuya bakışımız açısından doğru bir zemin sunacaktır.
Çeşitli emellerle toplumların dizaynına, aklın kontrolüne ve irade dışı yönlendirmeye dönük çalışmaların insan fıtratına aykırı olduğu kabul edilmeli ve dijitalleşmede temel prensip, insanın tabiatını ve saygınlığını korumak olmalıdır.
Hayatın içinde daima var olan değişimi engellemek mümkün olmadığı gibi bu değişim ve dönüşüme kayıtsız kalmak da insani değildir. Nitekim insanın tabiatında hep gelişmek, daima daha iyiye gitmek vardır. Mevcut gelişmeler ışığında dijital dönüşüme uyum sağlayacak, kurum ve kuruluşların işleyişlerini ve yönetim şekillerini yeniden gözden geçirecek bir anlayışa ihtiyaç bulunmaktadır. Değişim ve dönüşüme hazırlıklı ve planlı bir şekilde dâhil olmak, bireylerin ve kurumların süreç karşısında edilgen olmasının önüne geçeceği gibi potansiyel zararları da en aza indirecektir.
Bir toplumun gerçek anlamda gelişmişliğini, barış ve huzur toplumu olmasını, sahip olunan imkânların eşit ve adil bir şekilde sunulması sağlar. Ancak mevcut dünya düzeninde insanlığın bir kısmı sunulan imkânlardan sınırsızca faydalanırken öteki kısmında yer alanlar ise temel ihtiyaçlarını bile giderme hususunda engellerle karşılaşmaktadır. Dünyanın bir kısmı zengin bir kısmı fakirse, zenginlerin zenginliği tehlikededir. Birisi çalışmak istiyor ve iş bulamıyorsa, ötekinin işi risk altındadır. Bu yüzden dijitalleşmenin ve dijital dönüşümün sağlayacağı faydaların insanlığın bütününe fırsat sunması için daha kapsayıcı ve doğru stratejiler geliştirilmeli, insan sermayesine/kıymetlerine yatırım yapılmalıdır. Buradaki adil paylaşım ve fırsat eşitliği toplumsal huzurun da teminatıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatının her aşamasında gerek Müslümanlara gerekse gayrimüslim topluluklara karşı adil bir düzen kurmanın mücadelesini vermiş, adaleti, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının, toplumsal barışın ve huzurun teminatı olarak görmüştür.
Dijitalleşme, toplumsal adaleti sağlamalıdır veya en azından daha fazla bozmamalıdır. İçinde bulunduğumuz bilgi toplumu ve medya çağında bireylerin özgür bir biçimde bilgiye ulaşması için gerekli altyapı hazırlanmalıdır. Dijitalleşme toplumsal olarak sağlık, eğitim, ekonomi, yeni iş alanları, sürdürülebilirlik gibi alanlarda fayda sağlamalıdır. Kişisel verilerin korunması, bilgi güvenliği, siber suçların önlenmesi, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilecekleri sosyal ortamların oluşturulması ve kişisel hakların korunması, yasal güvence altına alınmalıdır.
Gerek İslam dünyasında gerekse tüm dünyada sivil toplum yapıları bilgi, teknoloji ve insan üzerine yeniden düşünmek zorundadır. Dijital çağın gereklerini yerine getirebilmek ve bu yarışta geri kalmamak için dünyanın gündemini ve dönüşümünü daha yakından takip etmelidir. Bununla birlikte kurum ve kuruluşlarının verimliliğini, zihniyet yapısının üretkenliğini, çözüm bulma kapasitesinin esnekliğini sürekli zinde tutmalı, özeleştirel bir dinamizmi daimî kılmalıdır.
Yeni gerçeklik dijital dünyadan oluşmaktadır. Ölü taklidi yaparak bu habitatta yer almak mümkün değildir. Bu nedenle dijital bir ekosistem oluşturmak ve burada yer alacak kendi değerlerimizden beslenen içerikler üretmek gerekir. Dijital dönüşüm sürecinde en temel sermaye yetkin, yetenekli ve genç insan kaynağıdır. Söz konusu özel yetenekli insan kaynağını bulmak ve eğitmek gerekmektedir. Sınırları aşan dijitalleşme sürecinde yetkin kadrolar ile geliştirilecek çözümlere ihtiyaç var. Başkalarının çözümlerine göre yaşamaktansa kendi ürettiğimiz çözümlerin dünyaya sunulması daha önceliklidir. Yetkin insan kaynağı ararken öncelikle kendi coğrafyamızın insan kaynağına müracaat etmek gerekir.
Eğer insanlık, geliştirdiği bu yeni teknolojileri güç yerine gelişme aracı olarak kullanırsa geleceğe daha ütopik bakılabilir. Ama insanlar teknolojiyi güç aracı olarak kullanmaya devam ederlerse distopik bir gelecek kaçınılmazdır. Seçim, insanlığa kalmıştır. Daha katılımcı, paylaşımcı, adil imkânların mümkün kılındığı bir dünya ya da daha otoriter, dengesiz, mutsuzlukların çoğaldığı bir dünya kurmak bizim elimizdedir. İnsanlığı maruz kaldığı bu kuşatmadan yine insanlık kurtaracaktır.
Netice olarak; değişim ve dönüşümün çok hızlı olduğu bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlık tarihine baktığımızda çağlar arası geçişin zaman dilimleri binlerce yılla ifade edilirken bugün daha agresif bir değişim ve dönüşüm sürecinden bahsediyoruz. Dünya her zamankinden daha güçlü ve daha hızlı değişimler yaşıyor. Ancak bu esnada birçok kurum ve organizasyonun değişim ve uyum yeteneği bu hıza maalesef ayak uydurabilmiş değil.
Bunun yanında, büyüklük, kurumsallık ve ilişki anlayışı da değişti. İnternet çağı ve değişen iş yapış şekilleri, yüzyıllardır birike birike oluşan ve üniversitelerde ders haline gelen tüm teorik ve kavramsal yönetim, yaklaşım ve işletme modellerinin dijital dönüşüm süreçleriyle işlevselliğini yitirmesine neden oldu. Kurumların mekân ve işletme algısı değişti. Esnek örgütlenme yöntemleriyle zaman ve mekâna bağlı kalmadan işleri yürütmenin imkânı oluştu.
Ayrıca yeni inisiyatif ve sivil itiraz alanları oluştu. Dijitalleşen ve dönüşen dünya ile birlikte, değişen insan alışkanlıkları ve ihtiyaçları yeni haklar, yeni sorumluluklar, yeni hak arama yolları ve yeni örgütlenme biçimlerinin oluşmasını sağladı.
Bütün bunlara baktığımızda, değişime hızla ayak uydurmaya çalışanların şirketler ve devletler olduğunu görüyoruz. Ne var ki sivil toplum kurumları bu değişen dünyada hala alışkanlıklarından yani kas hafızasından kurtulabilmiş değildir.
Kendimize zor ve doğru sorular sormanın vakti geldi de geçiyor. Cesur olmalıyız, varoluşsal ve meydan okuyucu soruları kendimize sormaktan korkmamalıyız. Rabbimiz Bakara Suresi’nin 286. ayet-i kerimesinde; “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz…” vaadinde bulunuyor. Allah, gücümüzün yetmediğinden bizi sorumlu tutmaz. Bu süreç insan gücünü aşan bir şey değil; insana bahşedilenle insanın var ettiği bir medeniyet durumudur. Zihinlerimizi zorlayarak, sosyal kurumlarımızı, bilimsel çalışmalarımızı, yaşam tarzlarımızı, gerekirse bedeller ödeyerek bu meselenin ruhunu, felsefesini anlayıp, ahlaki ilkelerimizle evrensel etik çerçevesine oturtacak ve üstesinden geleceğiz. Yeter ki yola çıkalım. Mevlana’nın ifadesinde vücut bulduğu gibi, bizler yürümeye başladığımızda muhakkak yol görünecektir.
Çağlar boyunca insanlık, deneyerek ve sınanarak bugünlere geldi. İçerisinde bulunduğumuz değişim ve dönüşümde yine aynı soruları kendimize soruyoruz: “Biz kimiz, bu çağa, ortaya çıkan bu yeni imkânlara ne söylüyoruz?”
Bugün burada gerçekleştireceğimiz müzakerelerde de hep birlikte sorularımıza ilkelerimizle, şahsiyetimizle yanıtlar arayacak, meselelerimize çözümler üreteceğiz. Katkıda bulunacak olan başta kıymetli konuşmacılarımıza ve siz değerli katılımcılara şimdiden teşekkür ediyor, hürmet ve selamlarımı sunuyorum.
TURGAY ALDEMİR
Türk Düşünür – Yazar