Şahsi kanaatimce Suriyelilerin tamamı (gerek muhalif gerekse de rejim yanlısı olsun), Suriye’nin yaralarının sarılmasını, hasta Suriye’nin sağlığına kavuşmasını ve ülkelerinin bölgesel ve uluslararası statüsünü geri kazanmasını arzulamaktadır. Zira Suriye halkı özgürlük ve onur talebinde bulunması nedeniyle büyük bir bedel ödemiş, Suriye bir kan ve yıkım bataklığına dönüşmüştür. Hem rejim hem de halk, siyasi arenanın dışında kaldıklarını ve büyük meselelerinin artık ayaktan ayağa atılan bir top haline geldiğini anlamıştır. Ardından uluslararası çıkarların rüzgarıyla savrulmuşlar, toprakları ve kendileri adına bir savaş yürütülmeye başlamıştır. Böylece ya sürgün veya ilticaya mecbur kalmışlar, ya güçlü bir otoritenin itaati altında sabret- mişler veyahut da gerçekleşmesi imkansız bir hayale sahip muhalifler olmuşlardır. Kararlı devrimciler ise bugün ya öldürülmüş, ya tutuklanmış ya da hayal kırıklığı içinde yurdundan çıkarılmıştır. Bazıları servet ve zenginliklerden yararlanma peşinde koşmuş, bunlardan bir kısmı amacına ulaşmışken diğerleri ise yaşanan trajedileri umursamaksızın hala kişisel çıkarlarının peşinde koşmaktadır.
Askeri otorite halkın taleplerine karşı itidalli bir çözüme ulaşamamıştır. İran ve Rusya’dan yardım istemesi de kendisine pahalıya patlamış, egemenliğini kaybederek dış ülkelerin emirler- inin uygulayıcısı haline gelmiştir. “Ayıyı bağa sokmak” kolay olsa da, bağdan çıkarmak artık zordur. Zira Suriye halkının çoğunluğunu oluşturan Sünnilere karşı amansız bir savaşa girişen İranlılar, tarihi hayallerini gerçekleştirerek mezhebi ve dini sancaklarını yükseltmiş ve acele bir şekilde Hüseyniyeler inşa etmeye girişmişlerdir. Özellikle de Emevi Camii’nde kendilerine özel kutlama ve dini törenler sergilemişlerdir. Düşmanlıklarını ilan eden İranlılara karşın, halkın Rusya’ya karşı tavrı daha yumuşak olmuştur. Halbuki İran ve mezhepçi destekçileri başarısız olurken, rejimi devrilmekten koruyan (Lavrov’un açıkladığı üzere) Rusya olmuştur. Nitekim Rusya’nın insanlara dayatmak istediği dini veya düşünsel bir projesi bulunmamakta, Rusya yalnızca uluslararası arenada kendisine bir konum elde etmek istemektedir. Zira çeyrek asır boyunca dışlanmış ve görmezden gelinmiş, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bir nebze de olsa gücünü toplamış ve Kırım üzerinden uluslararası sahneye geri dönmeye başlamıştır. Batı kendisini cezalandırdıktan ve Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin yansımalarını or- tadan kaldırma konusunda oynadığı rolü hiçe saydıktan sonra ise aradığı büyük fırsatı Suriye’de yakalamıştır. Suriye’de terörle mücadele adı altında birçok köy ve şehri yerle bir etmiş olsa da – ki bu terör İran’ın DAEŞ’i desteklemesi sonucu doğmuştur ve Obama yönetimi her iki tarafı da desteklemekle itham edilmiştir – Suriyelilerin çoğu Rusya’nın, kendilerine İran’ın duyduğu gibi tarihsel ya da inançsal bir kin duymadığını düşünmektedir. Yine bazı Suriyeliler de Rusya’nın halk ve rejim arasında itidalli bir çözüm bulma konusunda rol oynayabileceğine inanmaktadır.
Anladığım kadarıyla itidalli çözüm, rejimi devirmek ile ona mutlak anlamda teslim olarak zaf- erini kabul etmek arasında bir yerdedir. Kanaatimce – siyaset dilinde mümkün olduğu ölçüde – gerekli olan halkın ilk taleplerine, yani rejimin reform yapması yoluna gitmektir. Nitekim bazı muhalifler 2015’in sonlarından bu yana “rejimin devrilmesi” talebinden taviz verme yoluna gitmiş ve Cenevre Beyannamesi ve BM’nin 2254 numaralı kararı ile katılımcı bir yapıyı kabul etmiştir. Rusya da bu durumu ikrar etmiş olup, ABD halen aynı görüşte ısrar etmektedir. Ancak tüm dünya Trump ve Putin’in Suriye meselesini anayasa ve seçimler hususlarıyla sınırlandırmasını ve geçici bir yönetim konseyi kurulmasını öngören BM kararının üzerinde durmamasını görmezden gelmektedir. Anayasa komisyonunun teşkil edilmesinin sekteye uğraması, söz konusu aşamalı yapının uygulanmasının gerekli olduğunu göstermektedir. Muhalefetten kimsenin Suriye Devleti’nin yıkılmasını istediğini sanmıyorum. Rejim yanlılarından da kimse ülkenin yaşadığı yıkım, sosyal çözülme, askeri ve siyasi zaaf ile uluslararası are- nadan uzak kalma halinden memnun değildir. Herkes bir araya geldiğinde, başlangıçta sorunu çözme konusunda hikmetli davranılmadığını, bunun ise durumu bu noktaya getirdiğini kabul etmektedir. Siyasi muhaliflerin çoğu askeri çözüme karşı çıkmış, barışçıl siyasi diyalog çağrısı yapmıştır ki ben de bu kişilerden birisiyim. Bizler bugün yaraların sarılması taraftarıyız. Fakat iki taraf arasındaki mevcut anlaşmazlık nedeniyle bir kesim yarayı kan ve irinini temizlemeden kapatmayı, diğer bir kesim ise yaranın içini temizleyerek iyileşmesini garanti altına almayı istemektedir.
Şahsen bu görüşümle muhaliflerin çoğunun temsilcisi olarak ben, yarayı kapatmadan önce temizlemekten yanayım. Çünkü hata üzerine kurulan yapı sürekli hatalara yol açacak, yaranın içindekiler çirkin bir iltihap olarak yeniden ortaya çıkacaktır. Ancak yara temizlenirse halk uyanacak ve halkın haklarının gerçek anlamda kabul edildiği bir zeminde, özgür, onurlu, medeni ve demokratik bir devlet talebini hayata geçirmiş bir şekilde ülkesini yeniden inşa edecektir.
Dr. Riyad Nesan AĞA