Soçi Anlaşması Başarıya Ulaşacak Mı?


Tüm dünya İdlib’de büyük bir insani felaket meydana gelmesinden endişe etmekteydi. Esed rejimi, Rusya ve İran’ın katılacağı saldırının öngörülen tarihi Eylül (2018) ayıydı. Saldırı sayesinde rejim, ezici bir zafer kazanacak ve kendisine karşı devrime kalkışan Suriye halkını cezalandıracaktı; özellikle de “barış anlaşmaları” kisvesi altında rejime teslim olmayı reddeden ve İdlib’e tehcir edilmeyi seçenleri. Nitekim İdlib’de, yüz binlerce sivil ve silahlı muhalefet mensubu bir araya gelmişti. Rejim bu kimselerin tasfiyesini erteleyerek, önce Guta, Humus kırsalı ve Havran’ı halletmek istemişti. İdlib’e düzenlenecek saldırıyı ise Temmuz ayında planlamıştı. Bu da Rusya ve İran’ın müdahil olmasını gerektiren askeri bir karşılaşmanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Zira rejim, zayıf askeri gücüyle doğrudan bir savaşta İdlib’e yaklaşamazdı. Fakat rejim bu noktada, Rusya’nın devasa hava saldırıları sayesinde muzaffer olarak geri döndüğü bölgelerin tamamını ele geçirmek için kullandığı yakıp yıkma taktiğini uyguladı.

İran’ın İdlib’e saldırma konusundaki hevesi, 7 Eylül’de gerçekleşen Tahran zirvesinde kendisini göstermedi. Zira İranlılar, Rusya’nın saldırıya yalnızca füze ve uçaklarla katılacağını, kara savaşının ise kendi sorumlulukları olacağını biliyorlardı. Aynı şekilde savaşın kolay olmayacağını ve rejimin gücünün Lübnan’ın yüzölçümüne denk olan şehri ele geçirmeye yetmeyeceğinin de bilincindeydiler. Rusya da İdlib’e yapılacak saldırının sivil kayıpları açısından ağır olacağının farkındaydı. Nitekim hava bombardımanlarında sivil ve askerler, yine ılımlılar ile teröristler arasında ayrım yapılamamaktaydı. Öyle görünüyor ki Ruslar, Suriye’de savaşın sonuna doğru yaklaşırken, ülkeye giriş sebepleri olan teröre karşı muzaffer bir şekilde savaş alanını terk etmek istemektedir. Karşılarında düşmanları pusuya yatmış beklerken, binlerce sivil kadın, çocuk ve yaşlının cesetleri üzerine basarak insanlık tarihine eli kanlı bir biçimde kaydedilmeyi arzulamamaktadır. Ancak ne yazık ki uluslararası toplumun uyarılarının kaynağı birincil olarak yaşamını yitirecek insanlar değil, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gerçekleşecek yeni göç dalgalarıydı. Zira geçmiş yıllarda ülkesinden göç eden milyonlarca Suriyeliye ek olarak ölümden kaçan insan sayısının iki milyonu bulması ihtimal dışı görünmemekteydi. Türkiye ise coğrafi olarak tek geçiş kapısı olduğundan, milyonlarca Suriyelinin topraklarından geçmesine mecbur kalacak, diledikleri noktalarda göç yolları açacaktı. Ayrıca Birleşmiş Milletler de bu devasa yükü kaldıramayacaktı. İşte bu nedenle, kurtarıcı bir çözüm olarak Soçi Anlaşması yapıldı. Görünen o ki Rusya, söz konusu olası sonuçlardan kaçınmak amacıyla anlaşmayı kabul etti. Bu bağlamda ABD’nin geçmişteki müdahaleden vazgeçmiş tavrını bırakarak ateşli açıklamalarda bulunması ve kimyasal silah kullanımı ile sivillere verilen zararları dillendirmesi sonucu uluslararası toplumun desteğini alması, Rusya açısından bir etken olmuştu.

Anlaşma Türkiye’nin bakış açısına göre, Rusya’nın onayı ve İran’ın sessiz kalmasıyla gerçekleşti. Anlaşmada – Türkiye’nin, topraklarında yaşayan mily- onlarca Suriyeli mülteci meselesine çözüm bulmak için çağrı yaptığı – güvenli bölge kurulmasına, bölgede ağır silahların kullanılmamasına ve terör örgütlerinin varlığına son verilmesi için mümkün olan yolların bulunmasına özellikle vurgu yapıldı. Anlaşmanın en önemli kısmı ise, Cenevre Deklarasyonu ve uluslararası kararların rejimin siyasi yaptırımlardan kaçmasını sağlayan manevralar vasıtasıyla unutulmuşken, anlaşma ile yasal bir hüviyete bürünmesiydi.

Anlaşmanın önemli diğer bir noktası ise, İran’ı Cenevre’deki nihai siyasal çözüm tablosunun dışında bırakması, Suriye’nin bölünmesi çağrısı yapanları teröristlere eşdeğer tutması ve yerel halk topluluklarına siyasi ve idari boşlukları doldurma sorumluluğunu yüklemesiydi.

Soçi Anlaşması’nın başarıya ulaşmasının tek garantörü, nihai bir çözüm yoluna girilmesidir. Bu ise ancak 2254 numaralı kararın titiz bir biçimde hayata geçir- ilmesiyle mümkün olacaktır. Bunun için de başta tutukluların serbest bırakılması, bir geçiş yönetim kurulu teşkil edilerek katılımcı bir hükümet kurulması, anayasa ilan edilmesi, yeni anayasa için kurucu bir yapı oluşturulması, ortak bir askeri konsey kurulması, ordunun ve emniyet teşkilatının yeniden yapılandırılması, geçici adalet aşamasının başlatılarak önce milletvekili, sonrasında ise devlet başkanlığı seçimleri yapılması olmak üzere, müzakereye açık olmayan maddeler uygulanmalıdır. Bu nedenle kanaatimce, önce anayasayla başlanarak ardından mevcut rejimin yönetiminde seçimlere gidilmesi, yeni bir trajikomedi olacak ve hiçbir yaraya merhem olmayan bir ilaç işlevi görmekten öteye gitmeyecektir.

Whatsapp