Tarih bize öğretmiştir ki, devrimler belirli safhalardan geçer. Önce duraklamalar yaşar sonrasında da yükselişe geçer. Çünkü devrimin ateşi ruhlara nüfuz eder ve nesiller bu mirası devralır. Bu harlı ateşi, benliklerde yer etmiş alevleri bastıran adalet duygusundan başkası söndüremez. Zannedersem, Rusya, İran ve onlarca mezhepçi gurubun zorbalığıyla zaferler kazanan Suriye rejimi, devrim dersinden hiç mi hiç bir şey öğrenemedi. Ülkenin yıkıma uğratıldığı ve halkının yurtsuz kaldığı 7 yıl bile ders çıkarmasına yetecek ve bir halkı devrimci yapan sebepleri gözden geçirmeye itecek yeterlilikte idi. Ancak rejimin yöneticileri, halka karşı zorbalık ve şiddet kullanırken karşılarında yine kendilerini tayin eden halkı gördüklerinde kibre kapıldı. Şimdi sevinçli olmakla birlikte, kendilerine yardım eden ve onları destekleyenlere karşı yüksek bir bedel ödediler. Rejimin müttefikleri ülkeyi paylaştı, nüfuz bölgelerine göre bölüp, derebeylikleri ve askeri üsler inşa etti. Çaresizce meşruiyet perdesinin arkasında gizli yeni bir rejime dönüştüler.
Rejimin yaptığı en büyük hata, halkın taleplerine kulak tıkaması ve fevri bir şekilde barışçıl göster- ilere karşı aşırı güç kullanarak meydanları kana boğmasıydı. Rejimin öne sürdüğü nedenler ise düzmece bir hikâye ve aleyhine dönen küresel bir komploydu. Ne halkının hukukunu ne de güvenlik güçlerinin sınırı aştığını kabul etti. Çünkü emniyet teşkilatı tüm birimleriyle gündelik hayatın her al- anını kuşatmış, bizatihi kendisini devletin üzerinde bir güç olarak görüyordu. Rejimin üzerine düşen ise halka karşı kullanılan kan dökücü şiddetin gerekçelendirilmesiydi. Rejim kendisini, aleyhine oynanan küresel bir komplonun var olduğu iddiasıyla kandırdı ve tüm kadim dost ülkeleri buna ortak olmakla suçladı. Buna rağmen onlar, Suriye’nin kurtuluşu için çabalayan liderlerle görüşmelerde bulundu ve en sonunda halkın hukuku ve nefsini müdafaasındaki haklılığının yanında durdu. Yardım seferberliği başlatılıp, rejimin reddetmesine karşın siyasi çözüm için çaba harcadılar. Bu sefer de Su- riye halkının onur ve özgürlük hakkının karşısında yer alan gerçek bir komplo baş gösterdi. Özellikle İran ve benzerlerinin desteklediği aşırıcı teröristlerin sloganları ortalığı kapladı. Devrimin şiarlarını yok edip, yürüyüşünü dini ve mezhebi bir yöne kaydırdılar. Böylece Suriye davasının, terörle mücadele sorununa dönüşmesinin ardından tüm dünya, rejimin zulmüne ve istibdadına karşı verilen mücadeleye önem vermez oldu.
Son günlerde “Faydalı Zalim” adını taşıyan Avrupa yapımı bir belgesel film gösterime girdi. Halbuki zorbaların insanlığa faydasının dokunduğu fikri hiç de ikna edici değildi. Çünkü zulüm, şeri olarak ve hukuken reddedilmiştir, bazı çıkarları bünyesinde barındırsa da kabul edilmesini sağlayacak herhangi bir gerekçe olamaz. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un dediği gibi: “Rusya eğer bir diktatörü destekliyorsa, onun diktatör olduğunun farkındadır”
Aynı şekilde ABD de baştaki tutumunun aksine Suriye halkının demokrasi ve özgürlük haklarını destekleme görüşüne dönmektedir. Horan meselesinde takındığı tavır, siyasi ortakları açısından dahi şaşkınlıkla karşılanmıştı. Rusya bu bölgede aleni bir şekilde katliam ve yıkımı getirmiş, büyük bir devleti yıkıma uğratacak füzeler, Horan topraklarına günler içerisinde düşmüştü. Bazı gruplar Rusya’nın dayattığı şartları kabul etmek durumunda kalmıştı. Ki bu şartlar, hiçbir şekilde bombalamaktan geri durmayan uçakların getirdiği yıkım belasından halkı kurtarabilmek için en iyi fırsat gibi gözüküyordu. Halbuki, Rusya’nın Suriye toprakları ve halkı üzerindeki olağanca yıkımına rağmen tüm dünya ülkeleri Suriye krizine çözüm bulması için onu yetkilendirmişti.
Suriye içerisindeki paradoks da şu ki; halkın çoğunluğu rejim kuvvetlerine karşın işgalci Rus güçler- inin varlığını tercih etmektedir. Yabancılardan çok halkından korkan rejim, bu önemli yönelim üzerinde durmaktadır. Muhaliflerin çoğunluğu da rejimin öfke ve intikamından, korkunç şekilde ölümlerle sonuçlanan tutuklama girişimlerinden, şebbihaların topraklarına, mallarına ve ırzlarına yönelik saldırılarının yanı sıra mezhebi ayrımcılıklarından korkmaktadır. Bu nedenle halk, rejim askerlerinin kurtarılmış topraklarına girmemesi şartıyla Rus askeri polisinin varlığını kabul etmektedir.
Bir diğer paradoks ise (halkın önündeki zorlu seçenekler bağlamında) tarihsel kin güden İran’ın Suriye topraklarından çıkması için Rusya’nın varlığını kabul etmesidir. Halk, Rusya’yı iki zararlı arasında ehveni şer olarak görmektedir. Rusya güç noktaları oluşturup, askeri üsler kurmakta ve ekonomik çıkar gözetmektedir ancak ne din ne mezhep ne kendi inançlarını diğerlerine empoze etmektedir. Öte yandan Rusya’nın varlığının Suriye topraklarında sonsuza dek sürmeyeceği de bir gerçektir.
Suriye halkı bugünlerde İdlib’i bekleyen tehlikeye doğru adım adım ilerliyor. Rusya desteğindeki rejim askerlerinin şehirlerine, kasabalarına baskınlar düzenlemesinden ve kendisine saldıran mu- halifleri fırsatını bulduğunda yok etmesinden, kıyımdan geçirmesinden korkuyor. Bu yönde gelişmelerin yaşanması halinde rejimin elinden gelebilecek ve 4 milyon Suriyeliyi tehdit eden tehlikeli katliamları bekliyorlar. Uluslararası arena, Horan ve Kunaytra katliamları ve öncekilerinde olduğu gibi bu katliamlarda da sessizliği tercih edecek gibi görünüyor. Seçimler ve yeni anayasanın hazırlanması yoluyla ülkedeki durumların iyileştirilmesi vaatlerinin gölgesinde, Suriye devriminin sona erdirilmesi için var olan uluslararası ittifak, şüphesiz kuşatılmış bulunan rejimin lehine olacaktır. Dünya, Astana ittifakına uyulması halinde ise İdlib’de büyük katliamların yaşanmasına engel ol- unacağı yönünde umut taşıyor. Öte yandan sorunun ortadan kaldırılması noktasında siyasi çözüm bulunamaması halinde ise Suriye halkı devrim ateşini yeniden harlama hakkını mecburi olarak saklı tutacak, ancak kahrı sabırla göğüsleyen ruhlarda tutuşur halde bekleyecektir.
Geriye tek bir soru kalıyor: Rejim devrim dersini gözden geçirip ondan faydalanabilir mi? Diktatöry- al polis rejimini, sivil ve demokratik bir devlete dönüştürebilir mi? Bu sorulara verilecek zor cevaplar, Rusya ve İran’ın yardımlarıyla halkına karşı kazandığı ezici zaferlerin sarhoşluğu içerisinde olan rejimin önünde durmaktadır. Bu sorular cevaplanmadıkça, insani, onurlu ve özgür bir atmosfer hakim kılınmadıkça 13 milyon Suriyeli, esir edilmiş vatan topraklarına dönemeyecektir.
Dr. Riyad Nasan Ağa