Fitneyi uyandıranlar…


Yabancı düşmanlığı ciddi bir insanlık sorunudur. Irkçılığın bir biçimidir ve tipik bir ca- hiliye geleneğidir. Ortaya çıkışı tamamen cahilce değerlendirmelerle, cahilce duygularla ve insanı insanlığından uzaklaştıran tutumlarla ilgilidir. Başka insanlara, özellikle zayıf insanlara, muhtaç insanlara, neden burada olduklarına dair hiçbir empatisi yok. Aynı şeyin bir gün kendi başına da gelebileceğini unutur. Kendi atalarının mutlaka bir zaman mülteci veya muhacir olduğunu hatırlamaz. Muhacirin kendi rızkından yediğini sanır, kendi konfo- runu bozduğu vehmine kapılır.

Yabancı düşmanlığı cehaletten beslenir, çünkü insanoğlu her zaman bir yerde kendini mut- lak yerli, bir yerin mutlak sahibi gibi görür, ki değildir. “Dünya bir han gelen göçer”. Hiç kimse bulunduğu yerde ezelden beri mevcut değil, bulunduğu yere ilelebet kazık çakacak da değildir. Peki, bizimkiler Almanya’da, Avrupa’nın birçok ülkesinde yabancı düşman- lığına maruz kaldığında kolaylıkla ikna olabildiğimiz bu argümanlar, bizim ülkemizde ya- bancılara karşı sergilediğimiz tutumlara karşı bizi ne kadar ikna edebiliyor?

İnsani seviyemizin teste tabi olduğu yer tam da budur: Bize yapılmasını istemediğimiz şeyi biz başkasına nasıl yapabiliyoruz?

Aslına bakarsanız yabancı düşmanlığı yabancıyla karşılaşan herkesin içinde uykudaki bir fitnedir. Bir potansiyel kötülüktür yani. Onun uyandırılıp uyandırılmaması, uyandırılma- masına karşı toplumların sergilediği olgunlukta farklılık olabiliyor. Ne yazık ki bu fitneyi en fazla kaşıyanlar bunu bir siyasi kâra dönüştürmek isteyen siyasetçiler oluyor.

Türkiye 8 yıldır ölümden kaçmak zorunda kalan Suriyeli kardeşlerine kapılarını tered- dütsüz açmakla kalmayıp halkıyla devletiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla sergilediği mis- afirperverlik dolayısıyla bütün dünyanın takdir ve hayranlığını kazanmış durumda. Türki- ye’yi dünyada itibarlı kılan en başta gelen mevzulardan biri de bu olmuştur. Türkiye bu itibarı her toplumun içinde bulunabilecek “fitneyi uyandırmamayı başardığı” için kazandı. Türk milleti neresinden bakarsanız bu fitnenin uyanmasına karşı şu ana kadar başarılı bir mücadele vermiştir. Yabancı düşmanlığı ne kadar cahilce ise gelen misafirin rızkıyla bir- likte geldiğini bilmek ilmin en derin seviyesidir. Türk halkı bu ilmi seviyeye fazlasıyla sahip. Ancak siyasetçiler bu kışkırtmaları yaptığında maalesef fitne daha hızlı uyanıveriyor. İnsanlardaki cahiliyeye oynamış oluyorlar. İlimden sonra cehalet, bilinçten sonra gaflet ne acı bir son. İstanbul’da mahalli seçimler esnasında sosyal demokrasiye yazılmış olan siyasi partiler en fazla bu cehalete oynadılar, fitneyi kaşıyıp uyandırmaya kalkıştılar. Yazık ki bu fitneyi epey uyandırmayı başardılar. Halbuki bu alan tamamen siyaset dışı kalması gereken bir alandı. Bolu Belediye başkanlığını kazanan CHP adayının seçim vaatlerinden birisi- nin Suriyelileri Bolu’dan sürmek olduğunu büyük bir dehşet içinde görüyorduk. Maalesef Bolulular bu faşizme dur demek yerine, bu ırkçılık ve yabancı düşmanlığı fitnesini alenen uyandırana tepki göstermek yerine belki bu nedenle belki başka nedenlerle onu başkan seçtiler. Daha önce demiştik. Maalesef demokrasi dediğimiz şey faşizm-uyumlu bir sistem- dir. İnsanların en süfli duygularına hitap ettiğinizde de yol kat edebiliyorsunuz.

Bütün Suriyelileri bir topluma düşman ederek oy toplamayı hedefleyen başkana muhte-

melen bütün Bolulular sadece bundan dolayı oy vermiş değildirler. Ancak insanlık adına, bu ırkçı ve merhametsiz söylemleri dillendirene Boluluların gereken dersi vermesi bekle- nirdi. Bu söylem felaket bir söylem çünkü. İnsanın hem dünyasını hem ahiretini yakan bir söylem. Herhangi bir partiyle alakası yok, bu mensubu olduğumuz İslam’a da, bütün mukaddes değerlere de ters bir söylem.

Üstelik aynı belediyle başkanı göreve başlarken o değerlerimizin emredildiği Kur’an-ı Kerim’i öpüp alnına koymuş. Halbuki o Kitap’ta yazılanlar sadece Suriyeliler için söyle- dikleri dolayısıyla o Başkanı daha şimdiden mahkum eder. “Kendilerine ‘Allah’ın size  verdiği rızıktan (yoksullar için) infak edin denildiğinde, ‘Allah’ın dilemesi halinde zaten doyuracağını (dolayısıyla Allah’ın doyurmadığını) biz mi doyuralım? Ne kadar büyük bir yanlışlık içindesiniz’ derler” (Yasin, 47).

Biraz Kur’an’ın ilminden nasibi olan, yoksullar için, insanlık için yapılan harcamaları böyle kem görmez. Görürse ve gösterirse ne olur, bilen bilir.

Oysa o Suriyelilerin hiç biri bile isteye, keyif çatmak için Türkiye’ye gelmiş değil. Bun ların hepsinin en az bir veya bir çok akrabası öldürülmüş, ya rejimin insanlıktan zerre nasibi olmayan şebihasının veya PKK-PYD’nin veya DAEŞ’in veya diğer terör örgütler- inin musallat olmasıyla yurtlarından zorla kaçırılmış insanlar. Canlarını kurtarmak için kapımızı çalmış insanlara yapılacak en aşağılık şeyi yapmak milletimize yakışmaz. Ni- tekim milletimiz kendine yakışmayanı yapmadı zaten. Ama millete temsilcilik talebiyle öne çıkan siyasetçilerin bu fitneyi bu şekilde uyandırmaları cehaletten de öte bir insanlık suçu. Bu insanlık suçunun sosyal demokratlık iddiasındaki bir partinin adayından gelmiş olması üstüne tüy diken bir ayıp. Partisinden bu konuda bir tepki beklemenin beyhude olduğunu biliyoruz, çünkü bizzat kendi Genel Başkanı ülkemize sığınmak zorunda kalmış insanlara karşı bu insanlık suçu tahriki bütün seçim kampanyalarında tekrarlıyor.

Fitneyi uyandıran bu tavra karşılık onu hala uyutmaya çalışan erdemli siyaseti de tebrik ediyoruz. Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, Bolu Belediyle başkanına “Sana yük oluy- orsa Suriyeli kardeşlerimizi, bize gönder, başımız üzerinde yerleri var” diyerek yüreklere su serpti, insani seviyenin daha fazla düşmesine engel oldu.

Yasin AKTAY

 

 

Whatsapp