Bugün aradan geçen 11 ay sonra Allah’ın lütfu ihsanı yeniden tecelli etmiş, bizleri bütün rahmeti ve bereketiyle Kur’an ayı Ramazan’a kavuşturmuş bulunuyor. Evet, bir kavuşma yaşıyoruz Ramazan’la birlikte. Önce bir zamandır uzak kaldığımız aslımıza, Rabbimize, kendimize kavuşuyoruz. Kendimize kavuşunca zaten rabbimize de kavuşuyoruz. Rabbimize gerçekten kavuştukça kendimizi de buluyor, öğreniyor, biliyoruz.
Önce periyodik olarak bir sene önce yaşadığımız bir zamana yeniden kavuşuyoruz. Ramazan her yıl aynı ihtişamla, aynı ritimlerle, aynı menasikle gelir ve insanlığın hayatına kurulur. Hiçbir bireyin, hiçbir cemaatin veya hiçbir devletin kontrolünde olmadan gelir kendi düzenini kurar.
Ramazan’ı hilale göre mi hesaba göre mi başlatalım diye dövünerek sözümona ona bile damgalarını vurmak isteyen istikbarın veya imsakın başlama anını bir ihtilaf konusu olarak öne sürmeye kalkışanların üretebildiği izafiyatçılığın etkisi bir ormanda bir yaprak titreşimi kadar olur. Ramazan diğer Ramazan’a ulanır ve zamanın insanın mülkünde olmadığı gerçeğini bütün açıklığıyla ortaya koyar.
Sonra bütün eylem biçimlerini tekrarlamak suretiyle, hiçbir şekilde eskimeyen ve kopmayan ama gündelik hayatın telaşesi içinde, Ramazan’ın dışındaki günlerde gafil olduğumuz geleneklere kavuşuruz. O geleneğin tesis etmiş olduğu bilinci yeniden kurarız. İnfakımızla, zekatımızla, fitremizle, sahurumuzla, imsakımızla, orucumuzla, tilavetimizle, iftarımızla, sahurumuzla…
Ramazan bir hatırlama, ama geriye giden ve geride kalan bir hatırlama değil. Günümüze ve istikbale doğru olan varoluşumuzu inşa etmek, onu yeniden kurmak üzere bir hatırlama. Öbür türlüsü işi nostaljiye götürüp orada boğmaktan başka bir şey değil. Ramazan bizi geriye götürüp bizde bir altın çağ nostaljisi yaratmak, o nostaljik ruh halinin içinde melankolik bir ruh hali inşa etmek için gelmez her sene. Aksine hatırlattıklarıyla yüklediği bir sorumluluk var ve bu bizi geleceği doğru yeniden kurar.
Hatırlattığı, hatırlatmakla kalmayıp iyice öğrettiği şey ötekine karşı sorumluluğumuzdur. Öteki, düşmanımız değil, sorumluluğumuzun başladığı ve bizden farklı olanın, bütün farklılığıyla, bu farklılık hakkıyla birlikte var olduğu yerdir.
Bir yandan insanın kendisiyle buluştuğu ve başka meşgalelere ara verip kendini sorgulamasına, kendini tanımasına, kendini tamir etmesine fırsat veren bir zamandır Ramazan. Ama bir yandan da kendini ancak başkalarının varlığını, haklarını iliklerine kadar hissetmek ve onlara karşı sorumluluğunu hissetmekle devam eden bir süreçtir. İnsanın en büyük düşmanı bizzat kendisi, yani nefsidir. Başkalarının yapmadığını yapar kendine insan.
Başkalarıyla karşılaşma anı insanın imtihan anıdır ve bu imtihanda insanın ayağını kaydıran insanın kendi nefsidir. Ona telkin ettiği kibriyle, gururuyla, enaniyetiyle, ırkçılığıyla, bazen aşağılık bazen üstünlük kompleksleriyle, iktidar kurma arzusuyla veya kula kul olma zavallılığıyla…
Oruç, nefsi kontrol altına almanın, onu bastırmanın, onun kötülüklerine karşı korunmanın yollarını açan, onunla mücadelenin araçlarını sağlayan müthiş bir egzersiz.
Yıl boyu bu nefsi zorlayan nice şey oluyor… O nefis bildiği bir çok şeyi unutuveriyor, unutmasa da zaafa düşüyor, Ramazan’ın öğrettiklerine karşı inanılması zor bir gaflete düçar oluyor.
Bunu da mı öğretmedi size Ramazan(?) dedirtiyor yaşadıklarımız. Ramazan’ın öğrettiklerinden saptıkça, onun dersleri unutuldukça birbirimize uzaklaşıyor, birbirimizi daha fazla hırpalıyor, birbirimizi daha fazla incitiyoruz. Hayat çekilmez, katlanılmaz hale geliyor Ramazan’dan uzaklaştıkça.
Bir bakmışsınız yüzlerce yıl mazlumlara melce olmuş, muhacirlere Medinesini açmış, Ensar olmuş bir kavmin evlatları etrafta birilerinin kışkırtmasıyla bugün yaşamakta oldukları bir çok sorunun sebebini, sorumluluğunu mazlum, muhacir, kalbi zaten kırık mültecilere yükleyen bir cehalet haline yakalanmış. Ya yaptığı yardımı başına kakmaya başlamış ya hiç yardım edilmemesi gerektiği düşüncesine varadurmuş. “Allah’ın isteseydi doyuracağı insanlara biz niye yardım edelim? Bizim insanımız açken niye başkalarını doyuruyormuşuz?” sorularını cahilce soruyor.
Hangi ara bu kadar acımasız, bu kadar lakayt, bu kadar rahatına düşkün ve kendi nefsimizin konforuna bu kadar esir düştük?
Ve hangi ara kendimizden bu kadar koptuk?
“Allah’ım bizi rahmet ayı Ramazan’a kavuştur” diye dua edişimiz tevekkeli değil. Bilen bilir onun içerdiği rahmeti, nimetleri, dolayısıyla bu duanın içerdiği derin hikmetleri...
İşte yetişti Ramazan, yeterince kirlendik, yeterince unuttuk, yeterince gaflete düçar olduk, yeterince bağlandık. Kurtarsın bizi Ramazan, tutsun bizi oruç, özgürleşsin varlığımız ve kavuştursun bizi kendimize ve Rabbimize.