Edebiyat, sadece dil değildir. Tabii ki edebiyatın taşıyıcısı dildir. Kalıba, gramere uygun olması ön şarttır. Ama sadece bundan ibaret değil. Her dil öğretmeni edebiyatçı değildir. Ancak her yazarın ifade ettiği dilde yetkin olması gerekir.
Edebiyat, his ve duygudur, tat ve dinlemektir. Görmek ve duymaktır. Dalış ve yelkendir.
Bir Arap, Kürt veya Türk olarak Cengiz Aytmatov'un Cemile adlı güzel romanını okuduğunuzda, o yakınlık hissi, Tolstoy’un yazdığı muhteşem Anna Karenina adlı romanı ve ye Gustav Flaubert'in dehşet romanı Madam Beauvari'sinden oldukça farklı duygudur.
Bir Arap, Kürt veya Türk olarak, Gabrielle Garcia Marquez'in ünlü "Yüzyıllık Yalnızlık " romanındaki kahramanlarından daha fazla, en iyi uyguladığı kitabı olarak gördüğü “Kırmızı Pazartesi” romanın kahramanı Santiago Nassar'a sempati duyar.
Arapça, Kürtçe, Türkçe veya Farsça yazılmış edebiyat, bilmediğiniz bir dilde bile yazılmasına rağmen, arzu ettiğiniz, anladığınız şeylerden bahseder. Ortak bir acıyı hissettirir. Yüzsel değil derinlikten anlatır. Batı edebiyatında, genel olarak, kendinizi bir seyirci bulurken, Doğu edebiyatında, kendinizi oyunun ortasında bulursunuz. Pencerenin arkasından yağmuru izlemekle, yağmurun altında ıslanma aynı şey değildir.
Mültecilik hakkında birçok yazı yazıldı. Batıdan doğudan. Ancak yabancılaşma ve yabancılaşma duygusu, farklı yiyecek ve tatlar gibi Batı ile Doğu arasında değişmektedir.
Nezahet Dağtekin, Kürtçe ve Türkçe yazan şair, okuduğunuzda böyle hissedersiniz. İçtiği kültür gölü, içtiğiniz, Arap, Kürt, Türk, kültür gölün aynısıdır.
77 No'lu Israq Gazetesinde, Kürtçe yayınlanan ve Arapçaya çevrilen şiirinde, (kim onu gülümsetecek) mülteci hakkında bir şiirdir. Mültecinin dış görümünü anlatmıyor. Okuyucusuna, çaresiz, kırılmış bir mülteci, perişan, sizden yanı okuyucudan şefkat dilenmiyor. Asla. Sizi, adeta onun yerine koyuyor. Okuyucuyu, görkemli bir sarayın içine götürür. Muhtaçların merhamet için beklemeleri gereken bir saray bahçesine değil. Okuyucuyu, karar verme merkezlerine götürür. Sonra Okuyucuyu, dehşet içinde bırakır. Saray tahtsız, Karaların bir kâğıt üzerinde mürekkep olduğuna şaşıracaksınız ve sonra sizi bu mülteciyle yüzleşmek için sesini kaybeden ve oyunculara değil oyuna girmek için sokağa atıyor.
Vay vay ..
Tahtsız saraydan
Ağırlıksız bir karadan
....
Ama kim onu gülümsetecek
Bilinmeyen bir sokakta
Kesilmiş diliyle
Burada, sahne karışıyor. Kim okuyucu, kim yazar, kim mülteci, karışıyor.
Vay vay, sığınma duygularından
Dünün rüyalarında
Onu gülümsetecek kim.
Burada etkileşim zirveye ulaşır ve sizden fısıldayarak sizi götüren dünyadan geri dönersiniz:
Yılların atalarını getirmek
Ay çiçekleri ile
Kardeşlerin umutları
Sonra şu cümleye şiirini bitirecek “Kim gülümseyecek”
Bu veda cümle, şiir ile etkileşim dışında mühür. Bu kimyasal bir reaksiyondur. Yeni bir ürün ortaya çıkıyor. Zihninde şu soru dolaşır: Acaba kim mülteci? Anavatanından ayrılan mı, çaresiz elinde karar yetiksi olmayan mı, yoksa ruhsal kendine bir sığınacak yer arayan mı?
Mülteci kimdir? Anavatanını terk etmiş, güvenli bir ev arayan mı yoksa Manevi sürgünde yaşayan ve manevi bir vatanı yerinden eden bir sığınağı arayan mı?
Belki de soruyu farklı bir şekilde soruyoruz: Hilesi olmayan, sesi olmayan veya kararın merkezinde olan ve kararı olmayan, çaresiz, sadece Mülteci mi? Karar merkezlerinde karar vermeyenler ne olacak?
Doğu insan olarak, doğu edebiyatla etkileşim kimyasal bir reaksiyondur. Okuyucu yazardan konudan ayrılamazsın. Batı edebiyatı ile etkileşim fiziksel bir etkileşimdir. Okuyucu yazardan konudan ayırabilirsiniz.
Bir Kürt, Türk veya Arap iltica ve mülteci hakkında yazdığında, onun tadı, duyusu ve hissi, sizin için bir Doğulu olarak, Batılı'nın yazdıklarından derin ve insancıl olmaktan rağmen, çok farklıdır.