Rejim, Rusya ve İran’ın İdlib’e girerek kenti güç zoruyla itaat altına almasının ardından, rejim artık siyasal bir müzakereye girme ihtiyacı duymayacak, devrim ve muhalefet dosyaları rafa kaldırılacaktır. Rejim hakimiyetini tamamen ele almaya hazırlanmaktadır ve rejimle bağlarını koparmayan, abartılı talepleri olmayan Kürtlerle sorununa çözüm bulacaktır. Rusya da rejimin uluslararası platformlarda reklamını yapacaktır. Böylece geriye yalnızca mültecilerin ülkelerine geri dönmesi ve Suriye’nin yeniden imar edilmesi meseleleri kalacaktır. Öte yandan milyonlarca mülteci, dünyanın farklı bölgelerindeki sürgün ve göç bölgelerinde kalmayı, rejimin kendilerini hiç de memnuniyetle beklemediği ülkelerine geri dönmeye tercih edecektir. Zira milyonlarca muhalifin Suriye’de olmaması, rejimin düşlediği toplumsal dokudaki dengeyi hayata geçirecek, nüfusun çoğunluğunu oluşturan halk kesimi artık azınlık haline gelecektir. Bu sayede rejim, terör güçlerine karşı kazandığı zaferi överek yeni ittifaklar kurmak suretiyle uluslararası arenada yeniden boy gösterecektir.
Rusya’nın gerçekleştirmeye çalıştığı plan işte budur. Bu amaçla Rusya, rejim ve İran’ın Suriye topraklarının %70’ini ele geçiren muhalefet karşısında kaybetmekte olduğunu gördüğünden, askeri olarak Suriye’ye doğrudan müdahale etmiştir. Halbuki muhalif güçler, DAEŞ ve dini örgütler devrimin imajını zedelemeden ve devrimin hedeflerini ve milli sloganlarını bastırarak hilafet ve İslam emirliği sloganlarını öne çıkarmadan önce, uluslararası arenada kendisine yer edinmiştir.
İdlib ve kırsalı, iç göçmenlerle dolup taşmış, muhaliflerin ve ölümden yine ölüme kaçanların toplanma yeri haline gelmiştir. Nusra ve benzerleri, daha önce İslam hilafeti kurmuş olan DAEŞ’in sonunu görmüş olmalarına rağmen, hala bir İslam emirliği kurmakta ısrar etmektedirler. Herkes DAEŞ ve uzantılarının, hilafet çağının geri döndüğüne inanan birçok sıradan insanın saflığını kullanan kanlı bir tiyatro olduğunu bilmektedir. Halbuki bu tür örgütlerin tek amacı Suriye devrimini bastırmak, adını lekelemek, Özgür Suriye Ordusu’nu bitirmek ve şerefleri insanları yerlerinden ederek tek bir bölgede toplamaktır.
İdlib ve Halep ile Hama kırsallarına yapılan sürekli bombardımanların kurbanlarının siviller olduğu herkesçe bilinmektedir. Artık “terörü” daha büyük ve daha tehlikeli bir terörle ortadan kaldırmak, korkunç bir hal almıştır.
Korkunç olan ironi ise, İdlib’de yaşananlara karşı dünyanın sessiz kalmasıdır. Bu saldırıların kimseyi şaşırtmadığı doğru. Ancak kimse yaşananlardan etkileniyor gibi de durmamaktadır. BM’nin sessizliğinin nedenini soracak olsak da, daha önce Arap Birliği ve Arap dünyasının tavrının ve siyasi müdahalede bulunmamalarının hesabını sormalıyız. Zira Araplar bu meselenin muhataplarıdırlar. Soykırım tehdidiyle karşı karşıya olan ancak yine de memleketlerinde kalmayı gurbete tercih eden milyonlarca kişi de hakiki Araplardır.
Mısır’a üçlü saldırı gerçekleştirildiğinde 10 yaşından küçük bir çocuktum. O zaman Suriye’de hayatın neden durduğunu, tüm halkın işlerini güçlerini neden bıraktığını anlamamıştım. Halk sokaklara çıkmış, Mısır’a saldıranların aleyhine sloganlar atıyordu. O gün ilk kez, haritadaki yerini henüz bilmeksizin Port Said adını duymuştum. Okulda sınıflara girmeden önce sıraya geçerek Suriye milli marşını okumak için beklediğimizi hatırlıyorum. Milli marş sonrasında Filistin marşını söylerdik. Sonra da Cezayir marşını. Arapların tek bir millet olduğuna inanırdık. Bugün Arapların sayısı beş yüz milyona yakındır. Trajik olan ise evlatları gözlerinin önünde öldürülürken sessiz kalmalarıdır. Yapabildiğimiz tek şey ise terör örgütlerinin kuklacılarından, DAEŞ’te olduğu gibi bu örgütlere geri çekilmesi için emir vermelerini istemekten ibarettir.
Dr. Riyad Nesan Ağa
Suriyeli Eski Bakan-Gazeteci-Yazar