Suriye’nin kuzeyinde bulunan İdlib, Astana’da anlaşmaya varan taraflar Rusya, İran ve Türkiye açısından bir düğüm noktası olmuştur. Zaman ilerledikçe sorun da büyümüş ve daha karmaşık hale gelmiştir. Zira tüm taraflar bu kozu kendi arzusuna uygun şekilde kullanmak istemektedir. En büyük parçaya da Rusya sahip olduğundan, olayların genel istikametini çizebilmektedir. Ancak Rusya bu kozu tek başına oynayamamaktadır. Çünkü İdlib, Suriye meselesinde nevi şahsına münhasır bir denge bölgesi teşkil etmektedir. İdlib’i özel kılan, burada yaşayan Suriyelilerin buranın asli sakinleri ile son iki yıl zarfında Şam ve güney bölgelerinden buraya göç edenlerden müteşekkil olmasıdır. Bu kimseler, Rusya’nın öne sürdüğü anlaşma koşullarını kabul etmeme ve rejimin şartları içerisinde kalmaktansa yurtlarını terk etmeyi tercih etme ortak paydasında buluşmaktadır.
İdlib’in şu anki durumu, Suriye devrimi sancağı altında olduğu anlamına gelmez. Zira İdlib’de bir arada bulunan farklı sancak ve gündemler bulunmakta, bunlar rejimin egemenliğinden uzak bir şekilde halk tabanında birbiriyle çatışmaktadır. Ödenen büyük bedellere rağmen, halk tabanının silahlı güçlerle tam bir uyum içerisinde olduğunu düşünen yanılır. Önemli bir diğer nokta da, İdlib’in yaklaşık dört milyon Suriyeli açısından son durak olmasıdır. Düşman arkalarındadır ve önlerinde de bir deniz bulunmamaktadır. Kurtulma şansları yoktur. Günler geçtikçe içinde bulunulan trajik durumdan kurtuluş düşüncesi, bir çeşit lüks olarak algılanmaktadır. Elde ölüm yahut yine ölümden başka seçenek bulunmamaktadır. Bu nedenle Şubat başında başlayan gerilim sürecinden bu yana on binlerce kişi açıkta uyumaktadır. Bir çadıra sahip olmak bile ulaşılması zor bir hayal haline gelmiştir. Televizyon haberlerinde dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan bir hayat ekranlara yansıtılmaktadır. Zeytin ağaçlarının altında, en basit yaşam gereksinimlerinin bile bulunmadığı bir hayat. Suriyeliler artık kimseden bir şey beklememektedir. Bilmektedirler ki kimse onları umursamamaktadır. Ölse de kalsa da kimsenin umurunda olmayacaktır. Trump’ın çağında insan haklarının hiçbir anlam ifade etmediği, insanlığın yozlaştığı, dejenere bir dönemdir bu. Milyonlarca Suriyelinin hayatı, Rusya ve İran’ın rüzgarında savrulan toz tanecikleri gibidir. Bu nedenle işgalci Rusya istediği kadar serbest davranmakta, insanları en çok incitecek yerlerinden istediği gibi vurmaktadır. Bu hafta yayınlanan görüntülerde, Rus savaş uçaklarından kaçışan insanların görüntüleri, hafızalardan silinmeyecek cinstendir.
Tüm dünyanın gözü önünde açıktan bir katliam yapılmaktadır. Nazilerin II. Dünya Savaşı’nda Yahudileri yakmak için inşa ettikleri gaz odalarından başkası bu trajediye eşdeğer olamaz. Bu aynı vahşet, aşağılık ve insan dışılıktır. Rus uçaklarının sağlık altyapısını hedef alması yeni bir şey değildir. Rusya Guta, Dera ve Halep’te de aynı suçları işlemiştir. Buralarda en ölümcül ve şiddetli silahları kullanmıştır. Böylece Çeçenistan’ın Grozni’sinde taş üstünde taş bırakmadığı katliam savaşında öğrendiklerini burada uygulamaktadır. Rus Genelkurmay Başkanı Vasileviç Gerasimov, Grozni’deki tüm hayat ışıklarını söndürmesi nedeniyle Putin’den bir madalya almıştır. Yabancı gazeteler ise 2016’da Halep’te yaptığı katliamların birçoğunu yazmıştır. Bu katliamlar sebebiyle Halep’in doğusunda yaşayan halk toplu bir şekilde göç etmek zorunda kalmıştır.
İdlib’in Halep’in kaderini paylaşmasını istemiyoruz. Ancak eldeki göstergeler sivil halkın bu katliamdan çıkış yolu bulabileceği yönünde değil. Şimdi bundan önceki tüm felaketleri geride bırakacak bir facia yaşanmadan önce uyanma sorumluluğu, herkesin omuzundadır.
Beşir el-Bekr
Suriyeli Yazar