İşkenceyle geçen uzun yılların ardından Arjantin hapishanelerinden kurtulanların söylediği şu ifade, beni her zaman derinden sarsmıştır: “Kurtulanlar asla unutmaz.”
Ömrü kırk yılı aşkın olan Suriye’nin göğsündeki derin yara Tedmür hapishanesiyle ilgili konuşurken nereden başlayacağıma karar vermek zor olsa da ben, elbiselerimi çıkardıkları ve beni yere fırlattıkları o ilk anları hala hatırlıyorum. Saatlerce kamçılar ve kablolar vücuduma inmiş, ağır bir şekilde dövülmüştüm. Etlerim parçalanmıştı. On yedi yaşındaydım; yüzümün sol tarafı asfalt zemine yapıştırılmış, gözlerim üzerine çirkin siyah harflerle “Bir gün yargıcı Alemlerin Rabbi olan mahkemenin karşısına çıkacaksın” yazılmış olan uzaktaki duvara kilitlenmişti.
Belki de arkadaşım Haldun Sabbağ’ı, kendilerine çıt çıkarmamışken, işkencenin ilk dakikalarında katletmelerinden sonra aklımı kaybetmiştim. Askeri hapishane müdürü Faysal Ganem’in o zaman arkadaşımızı öldüren onbaşıyı, böyle bir maskaralığın tekrar etmesi halinde saçını kesmekle tehdit etmesini nasıl unutabilirim?
Birkaç ay içerisinde bir saha mahkemesine sevk edildim (bu mahkemede avukat, müdafaa hakkı, temyiz ve hatta hukuki usuller bile bulunmamaktaydı). Mahkeme, Esed rejimi tarafından suikastla öldürülen Humus Mahkeme Askeri Güvenlik Şube Müdürü Gazi Kenan ve saha mahkemesinin başkanı Binbaşı Süleyman el-Hatib’in (birkaç gün önce yaşamını yitirdi) denetimi altındaydı. Kendileri yıllar içerisinde binlerce genci haftalık yaptıkları yargılamalarla darağacına gönderme şerefine nail oldular. Bir mahkeme 90 dakika sürüyor, bu zaman zarfında bir figüran 150 genci yargılıyor, çoğunluğu idama mahkum ediliyor, hükümler genelde hazır ve beklenen şekilde oluyordu.
Yaşanan yoğunluktan ötürü Tedmür hapishanesinde otuz beş binden fazla mahkum bulunmaktaydı. Bunların en fazla yedi bini buradan çıktı. Burası bu kişiler için bir hapishaneydi yalnızca. Halbuki Hafız Esed Suriye halkının tamamını onlarca yıl boyunca mahkum haline getirmişti.
Bu hapishanenin işkence ve cinayetleriyle salmış olduğu korku, halihazırda ve hatta şu dakikada dahi Suriye halkı üzerindeki etkisini sürdürmektedir.
Uzun yıllarca Suriye Savunma Bakanı olan Mustafa Talas hatıratında, her hafta 160’dan fazla siyasi tutuklunun idam kararına imza atmış olmasıyla övünmektedir. Kendi gözlerimle idam meydanı adını verdiğimiz altıncı avludaki idam sehpasına götürülüşlerini, küçük bir ilmeğe asılışlarını, koğuşumun (31. Koğuş) kapısından izliyordum. Binlerce Suriyeli genç ve yaşlı, gözümün önünde ortadan kaldırıldı. Albay Şems, Suriye Askeri Polis Komiseri, bu kişilerin kayıtlarını tutar, kendi eliyle Hafız Esed’in ofisine bu kayıtları teslim eder, hasımlarının darağacında sallandırıldığını görmekten keyif almasını sağlardı.
Ruhumda yok olmamak üzere binlerce hikaye, trajedi ve acı yankılanıyor. Baba Esed, bu korkunç hapishanede en büyük kültürel, düşünsel ve toplumsal sermayesini katletti Suriye’nin. Geri kalanlarını ise sürgüne gönderdi. Oğul Esed de babasının katliam ve soykırım yolunu geri kalanlara karşı sürdürdü. Bu da sürgün edilen aydın ve siyasetçi kitlenin neden bu denli yoksun olduğunu ve bu buruk devrimin alternatif bir oluşum ortaya koyamama sebebini açıklamaktadır.
Geriye güneşin yerinden oynamayacağı kadar sağlam bir hakikat kalıyor: Bizler geride kaldık ve var olmayı sürdüreceğiz. Onlar ise utançları ve işledikleri suçlarla yok olacaklar. Tedmür hapishanesinin düşüşü ve insan mezbahası olan Sednayah hapishanesinin açılması, bu diktatörlüğün devrildiğinin yeni bir sembolünden başkası değildir.
Kimin devirdiğinin önemi yok; önemli olan devrilmiş ve varlık sebebinin de beraberinde ortadan kalkmış olmasıdır. Suriyelilere zulmetmede, onları yıkıcı korku makinasıyla aşağılamada başarı gösteren rejim de aynı şekilde devrilecektir.
Suriye devrimine dair beni ilgilendiren en önemli şey, devrimin bu korku duvarının içinden doğmuş olmasıdır. Katliamlar devam ederken, kurbanlar ve şehitler hala diriyken, anılar ve hikayeler tükenmeyecektir. Ancak acı ve keder öfkeyle harmanlandıkça, Bosna Hersek Eski Başkanı Aliya İzzetbegoviç’in mahkumken söylediği şu sözler aklıma gelmektedir:
“Nefret duymuyorum, yalnızca acı duyuyorum.”
Muhammed Berro